The North Face Kapadokya Ultra Trail

RÜYA GİBİ YARIŞ

Fotoğraf: Brian HODES
Fotoğraf: Brian HODES

Bir insan kendini zorlayarak ne kadar ileri gidebilir? Kendini fazla zorlayınca gözyaşlarına kadar mutlu olabilir mi? Yanındaki doğru insanlarla, doğru zamanda, doğru yerde olmak ne kadar önemli olabilir? The North Face Kapadokya Ultra Trail bütün sorularıma güzel güzel cevapları vermiştir. Aslında son damlaya kadar içimdeki enerjiyi ve gücü kullanmayı geçen sene öğrenmiştim. O ana kadar önümde görünmeyen bir duvar vardı, onu geçemiyordum ve kendimi fazla zorlamadan bütün yarışları koşuyordum. Şimdi durum çok farklı, bazı ultra maratonları koştuğumda kendimi tanımıyorum, sanki ben değil başka biri koşuyor, ben ise dışarıdan izliyorum. Bütün gücüm tükeniyor ve bitiş çizgisini geçince: ‘Evet elimden geleni yaptım, bu yarışı daha hızlı koşamazdım’ diyorum  kendime. Tıpkı The North Face Kapadokya Ultra Trail gibi, elimden geleni yapıp daha hızlı koşamazdım. 110 km (+ 3350 m), 13 saat 33 dk, genel klasman 1.si :).

Anadolu’ nun büyülü mucizesi

Kapadokya her zaman nabzımı artırıp, kalp atışlarımı hızlandırıyor. Hem eşsiz güzellikleri hem de yarışlarıyla. Geçen senelerde Kapadokya’ da iki sefer koşma şansım oldu (çok etaplı yarışlar) ama her zaman güzelliklerine yeniden aşık oluyorum. Kalbimde apayrı bir yeri var. Bu sefer yarıştan iki gün önce Kapadokya’ ya geldik. Kapadokya’ nın sonbaharını ilk kez yaşıyordum, müthişti. Havalimanından Ürgüp’ e giderken harika manzaralara doyamadım, her tepeye bakınca ‘acaba hangisine tırmanacağız ve ne sürprizlerle karşılaşacağız?’ diye düşündüm. Şehre geldiğimizde Hitit Oteli’ ne yerleştik. Tam bana göre harika bir yer. Odaları, içerideki ambiyansı, müthiş bahçesi, kahvaltısı, misafirperverliği hepsini çok sevdim. Ayrıca minik bir mucize ile tanışma şansımız oldu, köpek yavrusu Zeytin hepimizi büyüledi.

Fotoğraf: Brian HODES
Fotoğraf: Brian HODES

Kahvaltımızı şehrin merkezinde etmeye karar verdik. Sabah erken her yer sessizdi, hafif kömür kokusu vardı, ortam o kadar huzurluydu ki İstanbul’ dan sonra sanki evrende bambaşka bir dünyaya geçtiğimi hissettim. Dostlarımla keyifli bir kahvaltı ve içtiğim 10 bardak çaydan sonra (aslında o kadar içmem ama malum enerjiyi toplamak gerekir) biraz dolaştık ve dinlenmeye çekildik, ne de olsa uykusuz bir gece geçirmiştik. Dinlendikten sonra yarışta önceki en keyifli ve sevdiğim kısma geçtim. Geleneksel tırnak desenli boyamalar. Kapadokya’ da ne olabilir hiç düşünmedim. Elbet peri bacaları ve balonlar. Rengarenk…Bu işe bayılıyorum, koşu kadar keyif alıyorum tırnaklarımı boyarken.

Fotoğraf: Brian HODES
Fotoğraf: Brian HODES

Dinlendikten sonra kaydımızı yaptırdık, biraz dolaştık ve akşamın nasıl olduğunu anlayamadık. Yemekten sonra bir kafenin terasına çıktık, güneş batarken gökyüzünü benzersiz renklere boyadı. Kapkara tepeler uzaklarda yükseliyordu. Cumartesi günü biz oralara tırmanıyor olacağız. Yarışı hayal ederken içim pırıl pırıl oluyordu. Yarıştan önce iyice dinlenmek için kendimi erkenden odaya çektim, yarışa yavaş yavaş hazırlıklarımı yaptım, malzemeleri hazırladım (bu kısmı çok seviyorum, bir meditasyonu türü tıpkı tırnak boyama gibi). Odamın penceresini açtığımda içeri hem hafif kömür kokusu hem de anlatılmaz huzur havası ile doldu. Ortada büyüleyici, mistik ambiyans vardı. Kendimi yatağa atıp bu sessizliğe gömüldüm ve ne kadar mutlu olduğumu düşündüm. Geceyi Aşk-ı Memnu bölümüyle taçlandırıp artık uyku zamanının geldiğini düşündüm. Aşk-ı Memnu’ yu izlemeyi çok severim, nedense kafamı resetliyor. Kaç kez izlediğimi artık hatırlamıyorum. Herkes dalga geçiyor ama bu diziye bayılırım hem de sürekli izleyerek Türkçemi geliştirmiş oluyorum. Fena mı :)? Hiç rüya görmeden erkenden harika bir sabaha uyandım. Hafif jog ve dostlarımla kahvaltıdan sonra oteli biraz keşfetmeye karar verdik, arka bahçesinde kayaların içinde odalar ve tüneller vardı. Biraz dolaştıktan sonra otelin sahibini  gördük, bize otelin bahçesini gösterip Kapadokya’ nın tarihinden acayip enteresan ve bilmediğimiz anıları anlattı. Aslında o kadar çok görecek o kadar çok gezecek yer var ki bir gün gelip sadece tarihi yerleri ve Kapadokya’ nın eşsiz yerlerinde gezmek isterim. Otel turundan sonra yoga ve meditasyon yaptım. Yarıştan önce o sakin günlere bayılıyorum. Otelden çıktığımızda şehir heyecan doluydu. Yarış flamaları, startın kuruluşu, yarış görevlileri, gönüllüleri ve tabi ki gelen koşucular. Havada artık yarış havası uçuyordu, içimdeki yarışçı yavaş yavaş uyanmaya başladı, iyi ki normal günlerde uyuyor ve beni rahat bırakıyor ;). Her nefesimle heyecan artıyordu, yeni yerleri görme, yeni insanlarla tanışma heyecanıydı. Akşamın nasıl olduğunu anlayamadım. Makarna partisinden ve yarış toplantısından sonra artık dinlenme zamanı geldi. Ertesi günün başlayıp ne zaman biteceğini bilmediğim için çok iyi dinlenmek gerekirdi. Son olarak yatmadan önce kullandığım Suunto Ambit2S saatin pilini 12 saat olarak ayarladım (13.33 saatte bitirdim ama saatim dayandı). Son hazırlıkları yaptıktan sonra yattım. Sabah erken kalkıp kahvaltı ettikten sonra başlangıç alanına gittik.

Fotoğraf: Brian HODES
Fotoğraf: Brian HODES
Fotoğraf: Brian HODES / Heyecan anları
Fotoğraf: Brian HODES / Heyecan anları
Fotoğraf: Brian HODES
Fotoğraf: Brian HODES

Heyecan dolu starttan sonra yarış başladı. Herkes çok hızlı çıktı, aslında kimsenin temposuyla koşmayı sevmiyorum ama nedense bu sefer Alper’ e uydum. Bir de sürekli aramızda kimin kimi geçeceği sohbeti olduğu için iyice gaza gelip kendimi durduramadım.

1488661_778127448900318_4898096522504778572_n
Fotoğraf: Brian HODES

Birkaç kilometre  sonra bu hatanın bedelini ödemek zorunda kaldım. Nabzım tavan yaptı, irtifa da biraz etkiledi galiba. Nefes nefese kaldığımda yavaşladım, göğsüm sanki bir çemberin içindeydi, nefes alamıyordum, nabız bandımı çıkarmaya çalıştığımda parçalandı ve dağıldı. Birkaç parçasını bulamayınca öylece devam ettim. Herkes beni geçiyordu ben de sadece nefesimi normal bir hale getirmeye çalıştım, başka hiçbir şey umurumda değildi aslında.

Fotoğraf: Cemil ERDOĞAN
Fotoğraf: Cemil ERDOĞAN

Daha 5 km olmadı ben de bu yarışı nasıl bitireceğimi düşünmeye başladım. Kendimle mücadele içindeydim, bu sadece geçici bir dönem, sonra ‘her şey düzelecek’ diye düşünmeye çalıştım. Daha hızlı gitmeye çalıştığımda bacaklarım istemiyordu nedense. O zaman bacaklarımla bir anlaşma yaptık, bir ay içinde artık onları hızlı koşturmayacağıma söz verdim (4 hafta geçmek üzere hala sözümü tutuyorum).

Fotoğraf: Hilmi Güven
Fotoğraf: Hilmi Güven

Kendimle barışmaya çalıştığımda Üçhisar istasyonuna (26.1 km) ulaştım. Orada üstümdeki kıyafetimden kurtulup biraz daha rahatladım. Biraz kola ve yemek yedikten sonra istasyondan ayrıldım, kendimi daha iyi hissediyordum.

Fotoğraf: Arzu DUMAN
Fotoğraf: Arzu DUMAN

Göreme istasyonunda (34.8 km) Alper’ i gördüm ve biraz beraber koştuk. Aslında Alper’ i görünce moralim yerine geldi, o ana kadar çok yavaş koştuğumu sanmışım demek ki öyle değildi :).  Biraz sonra tırmanışa geçtik ve kendimi sudaki balık gibi hissetmeye başladım. Sonra harika yerlerden geçmeye başladık, altımda bir sürü peri bacaları vardı, sanki üstünde uçuyordum. Ara sıra arkama bakarak Alper’in nerede olduğuna bakıyordum. Çavuşin istasyonuna (42.9 km) vardığımda bir sürü kişi bana destek verdi, herkes moral veriyordu ben de insanlardan enerji ve güç aldığımda kendimi daha da iyi hissettim. Biraz çorba içtikten sonra gayet iyi bir şekilde devam ettim. Sürekli yükselip iniyorduk, Akdağı’ na çıktık, indik. Ürgüp’ e gelmeden önce yılan gibi bir yola girdik, o da bitmek bilmiyordu. Orada iyice yavaşladım, kendimi çok yorgun hissediyordum.

Fotoğraf: The North Face Kapadokya Ultra Trail
Fotoğraf: The North Face Kapadokya Ultra Trail

Ürgüp’ e ulaştığımda hemen bazı gerek olmayan eşyalardan kurtulup, bacaklarıma soğutucu jel sürüp biraz çorba ve kola içtim ve fazla durmadan devam ettim. Nedense ilk onda gittiğimi düşünmüştüm (start hem 60 km koşucular hem de 110 km koşucular için beraber yapıldığı için kimin ne mesafe koştuğunu bilmiyordum). İstasyondan ayrıldıktan sonra biraz pişman oldum aslında, neden 60 km koşmuyorum diye, oysa şimdi her şey bitmiş olacaktı ben de hamama gidecektim. Bu düşünceleri kestim, önümde daha 50 km vardı. Kendi düşen ağlamaz nasılsa.  Sonra çıkacağım tepeleri görünce çok da sevindim, esas eğlence beni ileride bekliyordu. Harika tırmanışlar. Sevimli düşüncülerimle beraber devam ettik, şehirden çıkmadan önce Serkan’ ı gördüm, o da koparılmış olan işaretleri tekrardan asıyordu. Kendisine kaçıncı gittiğimi sordum. Cevabi ise:  ‘Genel klasmanda 1. gidiyorsun’. Neden sordum çünkü kesin karanlığa yakalanacağımı düşündüm ve ileride birileri olduğunu bilirsem kendimi daha güvende hissedeceğimi düşünmüştüm diye bir açıklama uydurmuştum, meğerse ben değil içimde olan hırslı biri, bu kalan 50 km içinde kimi nasıl yakalayabilir diye düşünüyordu ve ince hesaplar yapıyordu ;). Sanıyorum ki Tanrı Serkan’ ı oraya yolladı, girdiğim yoldan artık dönüş yoktu ve o an artık sonuna kadar gideceğimi biliyordum.  Onun cevabı  beni o kadar heyecanlandırdı ki başka bir boyuta geçtim ve artık ne yorgunluk ne de kasların acısını hissediyordum. Artık hiçbir güç beni durduramazdı. Yarışın en zorlu kısmına geçtim ama bütün tepeleri tek bir nefesle çıkıyordum. Çıktığım zirveler o kadar büyüleyici manzaraları ile beni ödüllendiriyordu ki nefesim kesiliyordu. Yarışın başlangıcında keşke baton alsaydım diye düşündüm ama artık hiçbir şeyin önemi yoktu, tepelerin üzerinde uçuyordum. Geçmiş hayatta dağ keçisi olduğumu düşünüyordum artık :). Eşsiz doğanın ortasında yapayalnız koşarken nedense o kadar mutlu oldum ki, sadece doğa ve ben.

Fotoğraf: Ali Akkaya / Dovile Garlaite
Fotoğraf: Ali AKKAYA / Dovile GARLAITE

Patika içermeyen yollar bana inanılmaz özgürlük duygusu veriyordu, ileride kimsenin olmadığını bilmek daha önce yaşamadığım ayrı bir heyecan katıyordu. Uçarak Plato istasyonuna (77.4 km) ulaştım, biraz portakal, peynir ve kola tüketip yola devam ettim. Hava soğumaya başladı, ara sıra yağmur serpiştiriyordu ama hiçbir şey hissetmiyordum, sadece ellerim üşüdü, kolluk ve eldiven taktıktan sonra yoluma devam ettim. Biraz sonra düzlüğe ve çok uzun bir inişe geçtim. Yarışın çoğu arkamda kaldı ve artık bitiş çizgisinin kokusunu alıyordum, bir an kendimi özgür uçan bir kuş gibi hissettim ve gözlerim doldu, diğer tarafım ‘sakin ol daha gidecek birkaç saatlik yol var, kendine gel’ dedi. Gördüğünüz gibi tek koşsam da yolculuğum sohbet dolu ve gayet eğlenceli geçiyor.

Fotoğraf: Arzu DUMAN
Fotoğraf: Arzu DUMAN

Ne yapayım aslında çok duygusal bir insanım ama mantığın sesini de duyuyorum ara sıra, işime gelince. Öylesine kendimle keyifli sohbet edince kangalların bana nasıl yaklaştığını fark etmedim. Geldiğinde hiç korkmadım nedense, oysa psikopat psikoloji ile koştuğum için ve ayrıca hayvanlarla aramız gayet iyi. Köpeklere dediklerim şu: ‘Güzelliklerim neden bana kızıyorsunuz, bir şey yapmıyorum ki :)?’ Normal şartlar altında galiba o kadar soğuk kanlı olamazdım ama yarış psikolojisi apayrı olduğu için bu davranışlarım gayet normaldi. Kısa bir andan sonra çoban onları çağırdı, ben de hayırlısıyla yoluma devam ettim. Bir köyden geçiyordum, yanımdan bir adam çocukla geçti. O an yanımdan geçtiğinde benim hakkımda acaba neler düşünmüştür merak etmişim. Kendimi sanki uzaklardan gördüm.

Fotoğraf: Brian HODES
Fotoğraf: Brian HODES

Kısa bir asfalt koşusundan sonra yol bizi yine tepelere çıkarıyordu. Karlık istasyonuna (89.1 km) çok az kaldı. Oraya ulaştığımda artık hava iyice karardı ve istasyona gelmeden önce patika beni yüksek bir tırmanışa çıkarıyordu, orada kameramanı ve fotoğrafçıları görünce nedense çok sevindim ve artistik koşmaya çalıştım bile :). İstasyonda alın fenerimi ve Hello Kitty bafımı (Chamonix’ den Alper’ in hediyesi :)) takınca biraz çorba ve kola içip devam ettim. Orada Aykut’ u görmek harika bir sürprizdi. Kendisi çok başarılı bir ultracı olduğu için yarışan insanlara nasıl davranacağını çok iyi biliyordu. Beni uğurladıktan sonra devam ettim. Son bir uzun çıkış kaldı ve yarı maratondan biraz daha uzun bir mesafe beni bekliyordu. Bu da moral verdi.

Fotoğraf: Brian HODES
Fotoğraf: Brian HODES

Tepeye çıkınca hava karardı ve reflektif işaretleri yolu uçak pistine dönüştürdü, ışıl ışıldı.  Yavaş yavaş yağmur başladı. 95 km civarında inanılmaz sert patikasız bir inişe ulaştım ve kendimi aşağıya kayarak attım. Her zaman düşünüyorum benim malzemem bu kadar yaramazlığa ne kadar iyi dayanıyor :). Dışarıdan biri bakarsa görüntü gayet eğlenceliydi: Etekli biri aşağıya kayıyor. Ara sıra arkama bakıyordum, finişe o kadar yaklaşınca birinciliğimi kaçırmak istemedim. Yukarıda sanki ışıkları görmüş gibi oldum, hızlanmaya çalışıyordum. O kadar az kalınca arkamda birilerinin geleceği paranoyasına kapıldım, arkamda sürekli birilerinin nefeslerini hissediyor gibiydim. Kısa bir aradan sonra asfalta çıktım ve şehre doğru koşmaya başladım. Mustafapaşa istasyonuna (100.9 km) ulaştığımda sadece bir bardak kola içip devam ettim. Sadece 10 km… Hiçbir şey hissetmiyordum, bacaklarım beni götürüyordu. Bir ara vadilerin içindeki sulara girdim, güzel soğuk tedavisi gibi geldi ve yola devam. Bir an arkama bakınca sanki iki alın feneri gördüğümü hissettim, biliyordum ki arkamda 2 erkek sporcu gidiyordu ama ne kadar uzak olduğunu bilmiyordum. İki Elena tartışmaya başladı, aklımdan geçenler: ‘Neyse geçsinler artık, erkeklerle mı yarışacağım!’, diğer tarafı: ‘Eğer yakalarlarsa onlara beraber finişe gitmeyi teklif edeyim’. Aslında daha fazla hızlanmaya gücüm yoktu, diğer taraftan bacaklarım yine de hızlanıyordu, bir an ağlamak istedim hırsımdan. Sonra sakinleştim ve yoluma devam ettim, geçerlerse geçsinler. Bir an acaba ne kadar yaklaştılar diye arkama baktım ama kimse yoktu. Meğerse arkamda kimse yoktu, gördüklerim işaretlerin reflektörleri. Uzun saatler ayakta olduktan sonra ayrıca hırsları ekleyince artık neler neler hayal edip görüyorsun kim bilir.  Yol beni aşağıya götürüyordu, artık şehrin ışıklarını görüyordum. Şehre inince birkaç dakika sonra finişe ulaştım. Çok mutluydum ve anatılmaz duyguları yaşıyordum.

Fotoğraf: Brian HODES
Fotoğraf: Brian HODES
Fotoğraf: Brian HODES
Fotoğraf: Brian HODES
Fotoğraf: Brian HODES
Fotoğraf: Brian HODES

Finişte beni bekleyen sevgili Nesrin ve Mehmet’ i görünce daha da mutlu oldum. Kısa bir röportaj yapıldıktan sonra bakıma geçtim. Masajdan sonra kendimi daha iyi hissettim ve dinlenmek için otele geçtim. Birkaç saat sonra Alper geldi. Mutluluğun, zorlamanın, performansın bedelini perde kapattıktan, odada ödemiş oluyorsun. Ama iyi ki yalnız değilsin ;).Gecenin nasıl bittiğini anlayamadım, sabahı iple çekiyordum. O kadar açıktım ki tek bir hayalim – kahvaltıydı. Ama yine de ortamdaki güzellikleri gördüm, güneş yukarıdan harika parlıyordu ve müthiş bir gün bizi ağırlamaya hazırlanıyordu. Güneşli taze hava beni sarhoş etti. Kahvaltıdan sonra bahçeye çıktığımda gökyüzüne baktığımda derin bir nefes alıp çok duygulandım, az kaldı ağlayacaktım. İyi ki ayaktayım, iyi ki koşabiliyorum, çok mutluyum. Çok yorgundum ama içimde sönmeyen ateş gibi bir heyecan vardı. Son zamanlarda fazla duygusal oldum, yaşlanıyorum galiba :). Geleneksel güzellik hazırlığından sonra harika ödül törenine geçildi.

Fotoğraf: The North Face Kapadokya Ultra Trail
Fotoğraf: The North Face Kapadokya Ultra Trail
Fotoğraf: Arzu DUMAN
Fotoğraf: Arzu DUMAN

Törenden sonra röportaj için fotoğraf çekimine gittik, o da bu büyüleyici masalın bir parçasıydı.

Fotoğraf: Brian HODES
Fotoğraf: Brian HODES / Yarıştan sonra hala tırmanış yapabilmek güzel bir şey :)!

Rüya gibi yarış, müthiş organizasyon ve her zamanki gibi olağanüstü Kapadokya! Şimdi bir hayalim var, kışın kar altındaki Kapadokya’ yi görmek, bu da yakında gerçek olacak.

Fotoğraf: Brian HODES
Fotoğraf: Brian HODES / Kapadokya beni beklesin!
Elena Polyakova_110km_1. si
Fotograf: The North Face Kapadokya Ultra Trail
10424345_772072372839159_4446673404835976914_n
Fotograf: The North Face Kapadokya Ultra Trail

TEŞEKKÜRLER :)!

Harika malzeme desteği için Salomon Türkiye’ ye; beni yarı yolda bırakmayan Suunto Ambit2S için Suunto Türkiye’ ye; beni idare eden iş arkadaşlarıma; beni her konuda destekleyen Alper’ e; anlatılmaz derecede destek veren sevgili Nesrin’ e ve Bahadır’ a; olağanüstü bir organizasyon için The North Face’ e ve Türkiye’ deki yetkililere; Argeus Tourism & Travel’ e, Serkan ve Sertan Gergin kardeşlere, Kadir Usta’ ya, gönüllülere, fotoğraf çekenlere, sağlığımıza bakanlara ve emeği geçen herkese; yarış takibi ve röportajlar için Ömer Yavru’ ya, yarış sonrasında harika fotoğraflar ve röportaj için Sahra Bilgin’ e, Serkan Ocak’ a, Brian Hodes’ e sonsuz teşekkürler :)!

Fotoğraf: Brian HODES
Fotoğraf: Brian HODES

Kullandığım malzemeler:

Ayakkabı: Salomon S-Lab Sense, Trail Gaiters High Lab; Çanta: Salomon Advanced Skin S-Lab 12 Set; Kıyafet: Salomon Exo S-Lab Twinskin Skort, Exo Motion Zip Tee, S-Lab Light Jacket, Exo Calf Black, Trail Runner Sleeve, S-Lab Gloves, XA+Cap; Saat: Sunnto Ambit2S; Alın feneri: Petzl Tikka XP; Hello Kitty Buff 🙂

P.S. Anlatmayı nasıl unutmuşum ben de bilemedim. Uçhisar’ da yanıma bir köpek gelip benim çok sevdiğim Skort’ un ucundan tutup çekmeye çalıştı. Öyle güçlü çekti ki az kaldı eteksiz kalıyordum. Alıp da ne yapacak, giyecek değil nasıl olsa. Köpekten kurtulduğum zaman hemen malzemeyi kontrol ettim, hiç hasar yoktu. Malzemelerin çektiklerine bakın. 😉

SavedPicture(5) (2)

The North Face Kapadokya Ultra Trail basında:

http://www.hurriyet.com.tr/spor/diger/27462924.asp

http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/27467500.asp

http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/hayat/27491762.asp

İzlemeden geçmeyin :)! 

logo

Yorum bırakın