Salomon Cappadocia Trail 60 km

Salomon Cappadocia Trail 60 km

Tor des Geants raporu ancak bitti, upuzun ve duygu dolu raporu yazarken parkuru tamamen yeniden koşup hissettiklerimi yeniden yaşamış gibi oldum. Rapor biter bitmez kendimi enerjimin son damlasına kadar tükenmiş hissettim ve Kapadokya’ da yaşadıklarımı birkaç gün sonra ancak kağıda dökebileceğimi sanıyordum. Yanıldım. “İştahın yemek yerken geldiği” sözünü ispatlayarak çevremde ilham perilerinin uçuştuğunu hissettim. Cumartesi sabahı erken saatlerde kahvemi içerken içimde müthiş bir enerji vardı demek ki zamanı geldi. Ama bu sefer farklı bir rapor olacak – kısa ve öz (bütün duygularımı TdG raporunda bıraktım). Raporlarımda Kapadokya’ ya aşkımı yıllardır ilan ediyordum ne de olsa! 🙂 Zaten yarışta yaşadıklarım da aynı şekilde – az ve öz.

Eylül ayı biraz hareketli geçtiği için Kapadokya’ ya biraz erken gitmeye karar verdik, böylece Çarşamba günü öğleden sonra mağaramıza yerleştik.

dsc_0061_1305197810
Castle Cave Hotel

Akşam meditasyon niyetine tırnaklarımla biraz uğraştım. Ertesi sabah balon turumuz olacaktı!

14681775_1201498753241866_3618862064871422506_n
Kaçkar çoraplarının eşliğinde Kapadokya balonları 🙂

Perşembe günü güneşin ilk ışıklarıyla Voyager Balloons’ un organize ettiği balon turunda Kapadokya’ nın güzelliği ve asilliğiyle büyülendik.

14725691_1201811163210625_4143470473242305388_n
Voyager Balloons Turu
img_4256
Voyager Balloons Turu

Büyü ne kadar etkili olsa da yarış işaretleri gözümden kaçmadı! 😉

img_4245
Gözümden hiç bir şey kaçmaz 😉

Uçuştan sonra şampanya ikram edildi ve mağaramıza döndük. Biz İstanbul’ dan kaçtık ama ta İstanbul’ dan peşimizi bırakmayan işlerimiz bizi mağarada kilitledi akşama kadar. Şikayetçi değiliz, dış dünyadan izole olmak bazen çok iyi gelir. Akşamüstü kaleye çıkıp hem güneşi hem de günü batırdık. Türk kahvesi içerken ufuğa baktım, iki sene önce 110 km koşarken aştığım tepeler kırmızı bordolu rengin eşliğinde müthiş görünüyordu ama bu sefer yine de onlarla beraber olmayacağım ve aslında ne yalan söyleyeyim çok mutluydum, artık bu ayrılık seneye kadar sürecek. 60 km mesafesini seçmekle tekrar ne kadar doğru karar verdiğime bir kez daha emin oldum. Kaleden indiğimde hasta bir kedi gördüm, ton balığı getirmek için otele koştum. İstanbul’ dan getirdiğimiz bütün ton balıklarını Kayseri havalimanından başlayarak Kapadokya’ daki kediler yedi. Ama bu hasta yavruya verdiğimde yemeyip kaçtı, yapabileceğim hiç bir şey yoktu, kocaman bir köpek gelip bütün balığı yutup gitti. Çok üzülüp ağlamaya başladım. Kalmak için artık hiç neden bulmayıp yemeğe, Zeytin Cafe’ ye doğru yürüdük. Tavuklu sulu yemeği içmeye başladığımda saz sesini duyunca (içeride müzik çalıyordu) daha da feci ağlamaya başladım, rimel gözyaşlarım ile aktı, gözlerimi silmeye çalışınca pandaya benzedim. Birden Alper’ le birbirimize bakarak gülmeye başladık. Kendimizi meyhanede zannettik bir an olsa da. Mekan sahibi müziği değiştirince türküyü geri istedik, o andaki ruh halimi başka bir müzik bu kadar mükemmel yansıtamazdı. Birkaç hafta içinde yaşadığım koşturmacanın stresi çıkmaya başladı herhalde, hem de TdG sonrası ağlayacaktım ağlayamadım, borcum vardı. “Neyse” dedim “60 km koştuktan sonra ne stres ne başka bir şey kalır artık!” Bu arada söylemeden geçmeyeyim Zeytin Cafe’ deki yemekler muhteşemdi, 3 senedir orada yemek yiyoruz, hele de irmik helvası var…anlatmak mümkün değil, o harika helvayı tatmak lazım, Ertuğrul Bey ayrıca sokak hayvanlarına da bakıyor, onun için kendisine çok teşekkürler! Yemekten sonra üzüntü ve yorgunluğumu üzerimden atmak için mağaramıza kapandım. Jakuziyi doldurup elimde beyaz şarap kadehi ile köpüğün içine atladım. Sıcak suyun içine dalıp kendimi kat ve kat daha iyi hissetmeye başladım ve sönük banyo ışığıyla yarışı düşünmeye başladım: “Acaba bu sene nasıl geçecek?” “Her yarış bir sonraki yarışa hazırlık ise o zaman fena hazır sayılmam” Eylül ayı TdG (339 km) ve Ayder Koşusu (14 km) ayrıca 1000 m üzerinde toplam geçen süre olan 3 haftanın da olumlu etki göstereceğini umuyordum. Ekim ayında Geyik Koşusu (28 km), itiraf edeyim ayıptır söylemesi, son ayağa sırf 50 kg mandalina kazanmak için katıldım, raporumu mandalinaları yerken yazıyorum zaten :)! Tamamen toparlanmasam da iyi dinlenebildim. Sağ ayağım sıkıntı yaşatmazsa yaşadık demek (Mart ayında burkulmuş ayak bileğim ara sıra yaramazlık yapıyor, Geyik Koşusu’ nda zeminin yumuşak olacağını düşünerek çok sert dişli ayakkabı kullandım, ertesi sabah ayağıma basamadım, ama bir hafta boyunca ona çok iyi bakıp beni yarı yolda bırakmaması için kendisini ikna ettim gibi geldi bana).

Cuma gününün her zamanki gibi nasıl geçtiğini anlayamadım. Kayıt, hazırlık, teknik toplantı ve artık klasiğe dönüşen yarış öncesi Elai Catering sunumunda muhteşem akşam yemeği.

img_4263
Salomon – Suunto Ekibi

Yemekten sonra hemen odaya çekildim, nedense hiç yarış heyecanı yoktu bu sefer. Kafam da rahattı. Ayrıca hep son güne bıraktığım Suunto saatimin ayarlarını bu sefer erkenden halledip yarış rotasını ta İstanbul’ dayken saatime yükledim. Saat 20:30′ ta yatağa uzanıp hemen uykuya daldım. Mağara otellerde en sevdiğim nokta bu, odalar huzur ve sessizlik dolu, bebek gibi uyuyorsun, neredeyse aralıksız saat 05:30′ a kadar uyudum. Kalkar kalkmaz hemen kahvaltıya gittik, yulaf lapası hazırladım ama iki kaşık ötesini yiyemedim, sabahın erken saatlerinde yemek yiyemiyorum nedense. Odaya dönünce mokapotla hazırladığımız mis kokulu kahveyi içip yanına birkaç çikolatalı yulaflı bisküvi yedim. Koşu kıyafetlerimi seçip, sağ ayak bileğimi iyice bantlayıp ve çantamdaki malzemeleri kontrol edip starta doğru gittik. Biraz geç geldiğimiz için baya kalabalıktı, ortalarda yerimizi aldık, ne de olsa acelemiz yoktu, yolumuz baya uzundu. Hedefim belliydi: Nabzımı kontrol altına tutup kontrollü bir şekilde gidip her 20-30 dakikada beslenmek ve yeterli sıvı tüketmek ve tabii ki keyif almak! Derin nefes alıp antrenörümün söylediklerini kafamda tekrar canlandırdım: “Her şey harika olacak!” kendi kendime deyip yarış başladı. Benim için aynı topraklarda 3. maceram başladı. Bu sefer hava güneşliydi ve sımsıcak bir gün bizi bekliyordu.

14708116_1182443708468688_6154765373117109369_n
Fotoğraf: Brian Black Hodes

Başlangıçtan beri kendim için rahat bir tempo tutturup çok iyi hissediyordum. Biraz asfaltta koştuktan sonra stabilize yola ve patikaya bağlandık. Nefes kesen manzara ile karşılaştık, ufukta rengarenk balonlar uçuşuyordu.

img_4726
Bu balonları koşarken değil, uçarken çektim ama manzara onun kadar olağanüstüydü 🙂
14724379_1208258622565879_5056904121122415502_n
Bu da uçuş esnasında çekildi, ama buraya illa balon eklemem gerekirdi 🙂

Yolda ilerledikçe atları gördük, görüntü muhteşemdi…

efe_9374_1680x1120
Fotoğraf: Salomon CUT

İlk kontrol noktasını (10.6 km, İbrahimpaşa) fazla vakit kaybetmeden geçtim, biraz yol aldıktan sonra Alper’ i görüp: “Her 20-30 dakikada bir beslenmeyi unutma” diye hatırlattım. Koşarken her zaman çok dikkatliyim ama nedense bu sefer işaretlere değil ya ayaklarımın altına ya da önümdeki gruba bakarak gidiyordum.

ufuk1093
Fotoğraf: Goshots.net

Bu dalgınlığın cezası kendini çok bekletmedi. Bir baktım önümde herkes durdu ve etrafa bakınıyordu. Anlaşılan her koşucunun kabusu başımıza geldi: “Kaybolduk!” Doğru yolu bulalım derken baya oyalandık, biraz yol aldıktan sonra nihayet uzaklarda yokuş çıkan koşucuları görünce onlara doğru koşmaya başladık. Hem koşucuları ve işaretleri yeniden görmek çok güzeldi, nihayet doğru yolla kavuştuk. Meyve püresini yutarken: “Moral bozmak yok, oluyor işte, ne yapalım.” Bundan sonra ayaklarımın altına değil işaretlere bakmak gerektiğini kendime bir kez daha hatırlattım.

dsc_0273_1680x1120
Fotoğraf: Salomon CUT

Tırmanıştan sonra inişe başladım, geçtiğim yerler harikaydı, kanyonlar, mağaralar ve dar patikalar her zamanki gibi güzellikleriyle büyülüyordu.

brian
Fotoğraf: Brian Black Hodes

Güneş etkisini iyice göstermeye başladı, sıradaki tırmanıştan sonra ikinci kontrol noktasına (26 km, Forum Kapadokya – Uçhisar) varınca sularımı doldurup kola içtim, istasyondan ayrılmadan önce kafama da su döktüm. İnişten sonra çok az düz bir yer buldum, ihtiyaç molasından sonra yolda üzerimi toplarken (arkamda büyük grup erkek vardı) bacaklarım ayaklarım birbirine dolanıp düz yerde feci bir şekilde düşüp uzandım. Tozların içinde yatarken: “İyiydik böyle” derken arkamdaki erkekler aklıma geldi, grup çok uzak olamazdı ve gelmek üzereydi, hemen ayağa kalkmaya çalıştım. Üzerine düştüğüm sol dizim mi yoksa tutunmaya çalıştığımda kastığım ve kramp giren sağ bacağım mı, hangisinin daha çok acı verdiğine karar verirken kendi kendime: “Benim için yarış burada bitti galiba” düşündüm. Yine de vadiden çıkıp bir yere kadar ulaşmam lazımdı. İlerlerken acılarım biraz dindi. Düşüncelerime daldım ve nihayet üçüncü kontrol noktasına (33.2 km, Kutupayısı – Göreme) vardım. Su alıp kola içtikten sonra kafama su döktüm ve yoluma devam ettim. Hava iyice ısındı, önümde en sevdiğim bölüm vardı, Kızılçukur Vadisi…

kizil-vadi-nevsehir

dsc_0482
Fotoğraf: Salomon CUT

Bir ara kanyonun içinden geçerken köpeğin ağlamasını duydum, uzun merdivenden inemiyordu, bu köpek neredeyse başlangıçtan beri koşucuların peşindeydi. Aslında geri dönebilirdi ama ısrarla merdivenden inmek istiyordu ve sonunda becerdi. Bütün merdivenleri aşıp vadinin içinde koşmaya devam ettim, biraz beraber koştuktan sonra o başka bir patikayı tercih edip kaçtı. Aklıma Rusya’ dan gelen arkadaşımın geçen senedeki köpek kurtarma operasyonu geldi. Kızılçukur Vadisi’ ni geçtikten sonra uzun inişin sonunda dördüncü kontrol noktasına (43.7 km, Çavuşin) ulaştım. Su takviyesi yaptıktan ve kola içtikten sonra buz gibi suyu kafama döküp fazla vakit kaybetmeden yola devam ettim. “Evet, yarış şimdi başlıyor biraz çalışacağız”, önümde en sevdiğim tırmanış vardı.

14980716_667943410035139_1939185073578174505_n
Fotoğraf: Aykut Üstündağ

Sert bir çıkıştan sonra uzun iniş olacaktı. Tırmanışa başladığımda uzaklarda Alper’ i gördüm, çok şaşırdım, yolda gönüllü arkadaşlardan biri Alper’ in yakalanamayacak kadar uzak olduğunu söyledi, yakalamak amacım olmadığı için gülümseyip geçtim. Benim için güzel motivasyon oldu ama, tek solukta tepeye ulaştım, Alper hala baya uzaktı ama yakalanmayacak kadar değildi artık.

14910520_1212562178802190_1111104675590497181_n
Fotoğraf: Mehmet Yıldırım

İniş başladı. Ben son kontrol noktasına (50 km, Akdağ) yaklaşırken Alper ayrılıyordu istasyondan. Burada birinci istasyon hariç her kontrol noktasında yaptığım ritüeli yaptım: Su takviyesi, kola içme, jellerin ambalajlarını çöpe atma ve suyla serinleme. Artık buradan sadece 11 km kalıyordu. Parkurun bu kısmı 2 senedir bana çok zor geliyor, bitmek bilmeyen stabilize yol, bu sene de pek farklı olmadı, süründükçe süründüm. Güneşın altında kendimi çevirme tavuk gibi hisettim. Ben onları düşünürken Alper artık kol uzaklığındaydi, korkutarak arkasından yaklaştım. Biraz beraber gittikten sonra Alper çantadan bir şey alacaktı ben de: “Ben yavaş yavaş gidiyorum, yakalarsın” fırsat bu fırsat, kaçtım! “Arkadaş, yarış yarıştır, duygusallığa yer yok!” Şunu da bildirmek isterim, Alper’ e yarıştan önce: “Beraber koşalım” teklifim vardı ama cevabı: “Hayır” idi. “Kendi düşen ağlamaz!” Kendisi gayet iyi durumdaydı, kötü hissetseydi tabii bırakmazdım. Gerçi benim için de son kilometreler çok zordu. Yol hafiften yükseltip indiriyordu. Artık ayaklarım ve bacaklarım kaldıramaz hale geldi. Hep saatime bakıyordum: “Hadi bir Neşet Suyu turu kaldı” diyerek kendi kendimi kandırmaya çalışıyordum. Ayrıca son istasyona gelmeden önce Mehmet Yıldırım kadınlarda birinci gittiğimi söyledi, o ana kadar kaçıncı gittiğimden tam emin değildim, hem ortasından başlayıp hem de kaybolup önümde kaç kişinin koştuğundan tam haberim yoktu (yolda söyleyen olduysa pek aklımda kalmadı, kafam süzgeç gibiydi, sağ kulağımdan girip sol kulağımdan çıkıyordu). Yarşın son kilometreleri ne kadar zor geldiyse de bu saatten sonra pozisyonumu kaçırmak istemiyordum, bacaklarım birbirine dolanıyordu, ara sıra da arkama bakıyordum: “Alper’ den ne haber?” Bacaklarıma kum torbaları bağlanmış gibiydi, her sonraki adım bir öncekinden daha da zor geliyordu, her adım bacağımı bir vincin kaldırdığı gibi yavaştı. Ne kadar zor olsa da belli bir tempo tutturup, yavaş olsa da yoldaki hafif yokuşları koşarak ilerlemeye çalıştım. “Sağ sol, sol sağ” sayarak bu oyun ne zaman bitecek derken karşımda Aydın Abi’ yi ve Ceylan’ ı gördüm, meğerse burası 114 km koşucularının istasyonuymuş. Onların motivasyonları ile finişe kadar 3 km kaldığını öğrenince  (bir ara yanlışlıkla saatimin “Dur” düğümesine basıp aynı zamanda da yaklaşık 1.5 km kaybolduğum için mesafeyle ilgili tam emin değildim) sevinçten o kadar hızlandım ki etrafımdaki toz toprak havalara uçuştu, kendimi yarış başlangıcında gördüğümüz at gibi hissettim, hızlı, özgür ve deli! Ürgüp’ e girdikten sonra taşlı yol üzerinde daha da hızlandım, Ürgüp sokaklarında biraz dolaştıktan sonra önümde finiş takını gördüm.

dsc_5642_1680x1116
Fotoğraf: Salomon CUT
14825661_1788702844675004_853929152_n
Fotoğraf: Salomon CUT
14886349_1788702834675005_593513264_n
Fotoğraf: Salomon CUT

Finiş çizgisini nasıl geçtiğimi hatırlamıyorum, zıpladım mı, atladım mı. “Düzde duramıyorsun, bacakların birbirine dolanıyor, sen de artistik pozlar yaparak zıpla da düş şimdi” demek kalıyor. Hissettiklerim ise – MUTLULUK ve BİTKİNLİK. Bu kare hissettiklerimi sözlerimden daha iyi anlatacak sanırım. Apo, çok teşekkürler!

14718611_10154216465404132_5023695380705276927_n
Fotoğraf: Abdullah İnanç Duman / Bu fotoğrafta kendimi sudan çıkan kediye benzettim 🙂

Tam bu andan sonra sandalyeye oturup, Apo’ nun ısmarladığı koladan bir yudum içip ağladım. İlk kez yarıştan sonra ağladım, aslında çocukken yarışı kazanmadığım zaman da ara sıra ağalardım ama o başka :). TdG yarışının sonrasında dökülmeyen gözyaşları, son haftaların koşturmacalarının stresi, parkurun son acılı kilometrelerinin acısı – hepsini içimde tutmaktansa dışarıya bıraktım, ağlıyordum ama çok mutluydum. Görevimi tamamlayınca sonuçları kontrol ettim. Kadınlarda 1., genel klasmanda 11.

2016-10-28_20-04-54

Benden sonra Alper geldi, sarıldık ben de tekrar ağladım. Parkurda rakip olsak da bu adamla evlendiğim için çok şanslıyım, bu sürekli ağlayan hatunu başka kim kaldırabilecek ki? 😉 Yarış bitti, şimdi tek istediğim masaj ve bir malt içeceği, mutluluk küçük detaylarda saklı! 🙂

Bence organizasyon mükemmeldi, bir kusur bile bulamadım. Transferden tut bütün sunduğu hizmetleri çok iyiydi. Yarış öncesi ve sonraki yemekler, istasyondaki yiyecekler, masaj, finisher yeleği. Kesinlikle bu yarış dünya standartlarında gerçekleşiyor. Umuyorum ki seneye daha çok kişi gelip bu olağanüstü parkurda yarışacak. Gönüllü arkadaşlar çok iyi ve profesyonel. Galiba yarışta ilk kez mataralarımı gönüllülere teslim ettim :). Benim böyle takıntım var, hep kendim doldurmak isterim. Bu sefer o kadar ustalıkla elimden alıp o kadar güzel doldurdular ki neredeyse bütün istasyonlarda bu konuda kendimi onlara teslim etmişim. Çok içten ve çok yardımseverler, hepsine tek tek sonsuz teşekkürler ve kucak solu sevgiler! 

Teşekkürler:

Kusursuz organizasyon için başta Aydın Ayhan Güney’ e, Koray Bozunoğulları’ na, Kadir Usta’ ya ve bütün Argeus Tourism & Travel’ in muhteşem ekibine; Salomon ve bütün sponsorlara; müthiş yemekler için Kubilay Bozunoğulları’ na ve bütün Elai Catering çalışanlara; müthiş balon turu için Voyager Balloons’ a; harika fotoğraflar için parkurda bulunan fotoğrafçılara. Bu müthiş organizasyona kimin elin değdiyse herkese sonsuz teşekkürler!

Kolumuza yapıştırmak üzere yarış profili için UltraDergi CEO’ su Apo’ ya çok teşekkürler!

Malzeme desteği için Salomon Türkiye (Olgar Şirketler Grubu), saat desteği için Suunto Türkiye (Ersa Saat) ve sporcu destek ürünleri için vitamincomtr’ ye kocaman teşekkürler.

Ve tabii ki bütün katılımcılara tebrikler! 

_la30240
Fotoğraf: Salomon CUT

Yorum bırakın