Dağları sevdiren yarış

 

Aklım şiddetle mantık sesiyle kulağıma fısıldayınca kalbim ise “Hiç bir şey düşünmeden hayallerinin peşinde koş” der.

UTMB

Dün (13.01.2016) UTMB yarışları için kura çekildi ve katılım hakkı kazanan sporcular, Ağustos sonunda gerçekleşecek olan yarışlara hazırlanmaya başladılar. Bu sefer onların arasında olamayacağım ve ne yalan söyleyeyim katılımcıların arasında ismimi göremeyince azıcık üzüldüm ama sonradan pozitif düşünme alışkanlığı daha ağır bastı, demek ki Evren’ in bildiği bir şey varmış, demek ki bu sene başka patikaların topraklarına basmam gerekirmiş. Şansıma 2013 yılında o benzersiz tecrübeyi yaşayabildim ve Alp Dağları’ nın havasını doya doya soluyabildim,  o muhteşem koşu festivalinin atmosferini doya doya yaşayabildim. Ne şanslıymışım be :)! Şimdi de maceramı kısaca anlatmak isterim, size anlatırken yaşadıklarımı kafamda canlandırıp tekrar koşmuş olacağım. Ben de evden çıkmadan tekrar o devasa dağların patikalarından geçmiş ve o zümrüt yollara basmış olacağım, o “Milka” ineklerle selamlaşmış ve boyunlarındaki çanların rüzgarla çıkardığı müziği dinlemiş olacağım, o yollardaki yorgunluğu ve bitiş noktasındaki “Bir daha asla” ama birkaç saat sonra “Buraya kesinlikle döneceğim” ve unutulmaz sevinci yaşıyor olacağım. 

Şimdi hep beraber 2011 yılına dönelim. O ana kadar hiç dağlarda ya da patikada koşmamış Elena var karşınızda. Yeni malzemeleri alıp Likya Yolu Ultra Maratonu‘ na gelmiş ve orada yeni tanışmış olduğum arkadaşlarımın Alp Dağları’ nda yaşadığı maceralarını  açık ağzıyla dinlemiş ve “O kadar koşulur mu?” diye kendi kendine söylemiş. Bir sene sonra tekrar Likya Yolu Ultra Maratonu’ na katılır ve ilk etabı sonrasında Faruk Kar’ la sohbet eder.  Faruk da “Elena, bir gün UTMB’ ye gidip o atmosferi görmen lazım” der. Birkaç gün sonra Elena, LYUM’ u kadın kategorisinde kazanır ve ödül olarak UTMB’ ye gider.

2013 yılında kura çıktıktan sonra benim için bambaşka bir dönem başladı. Kafamda milyonlarca soru işareti varken…Ne giyerim, nasıl hazırlanırım, ne kullanırım, nerede kalırım ama esas en önemli olan soru: Nasıl hazırlanırım? İzlediğim yolu sizinle paylaşıyor olacağım sonra da ne hatalar yaptığımı beraber görüyor olacağız.

UTMB’ den önce koştuğum yarışlar:

  • İznik Ultra Maratonu (130 km), Nisan;
  • Çekmeköy Ultra Maratonu (60 km), Mayıs;
  • Two Castles and an Abbey Trail Ultra (80 km), Mayıs;
  • Anadolu Dağ Maratonu (iki günde yaklaşık 70 km), Temmuz;
  • Runfire Cappadocia Ultra Maratonu (260 km, 6 etap), Temmuz. 

Bu yarışların arasında Geyik Koşuları (2 ayak, 28 km), Aydos Patika Koşuları (3 ayak, 16 km) ve Çekmeköy Patika Koşusu (10 km) sıkıştırdım ve hatırladığım kadarıyla her ay başı Neşet Suyu parkurunda düzenlenen 6 km’ lik Adım Adım koşularına katılmış oldum. Bütün katıldığım yarışlar elbette kondisyonuma çok fayda kattılar ama burada ilk ve en büyük hatamı yaptım. Bütün yarışlarda çok ağır yarıştım, yarışırken son damlasına kadar gücümü kullanmış oldum. İznik Ultra Maratonu‘ nda kadınlar 1., genel klasmanda 3.; Çekmeköy Ultra Maratonu‘ nda kadınlarda 1., genel klasmanda 4.; Two Castles and an Abbey Trail Ultra yarışında kadınlarda 1., genel klasmanda 3. ve Runfire Cappadocia Ultra Maratonu‘ nda kadınlarda 1., genel klasmanda 2. oldum. O zaman yarışları gözü kapalı deli dana gibi koşuyordum, sürekli yarışmak değil bazı yarışları antrenman niyetine koşmak hiç aklıma gelmezdi. Ayrıca yarışların arasında biraz dinlenmek gerekirken ben ise antrenmanla tam gaz devam ettim. O dönemde haftalık yaptığım kilometreleri hatırlamıyorum açıkçası (Suuntom o zaman yoktu) ama mesafe kesin 100 km üzerindeydi. Sonuç ise çok bekletmedi, hedef yarışın startında kendimi son derece yorgun ve  son damlasına kadar sıkılmış limon gibi  hissettim. O zamanlardan beri en önemli kurallardan biri “Dinlenme en az antrenman kadar önemlidir, dinlenme kesin ve kesin antrenmanların vazgeçilmez bir parçasıdır!” Ama sadece bu değil, yarış öğleden sonra başlıyordu ben de sabah erkenden kalkıp gittim ve gezdim. Akıl işi mi? Elbette değil, yarışmadan önce uyumak istemiyorsan bir uzan ve kitap oku ya da sadece uzan, nasılsa saatlerce koşacaksın. O zamandan sonra yarışlardan önce ne kadar çok yatay pozisyonda kalırsam hepsi kardır!

1234567_575270562531358_401500477_n.jpg
Başlangıç noktası

30 Ağustos 2013, saat 16:30 ve yarış başladı.

1236652_575235252534889_1252827153_n

Hissettiğim yorgunluğa rağmen kontrol noktalarında fazla durmadan geçtim, heyecan ve adrenalin beni kanatlandırdı ve La Balme (39 km) kontrol noktasına kadar götürdü, sonra çok dik çıkış başladı, tam da o an dağlarda antrenmanların eksikliğini hissettim. Dakika bir gol bir. O zaman kendime söz verdim “Eğer buraya bir kez daha gelirsem mutlaka dağlarda antrenman yapma fırsatı bulmalıyım”. Elbette başından beri zor yarışa katılacağım ve bu yarış daha önce katıldığım yarışlara benzemeyecek biliyordum ama o kadar çok eğleneceğim hiç aklıma gelmemişti. Aslında çok fena çıkmıyordum ama inişler tam rezaletti, düşüş korkusu ile kendimi acayip frenliyordum. Öyleyse vakit geçip gidiyordu,  yanımda sürekli sporcu olduğu için kendimi hiç yalnız hissetmemiştim. İşin en komik tarafı koşarken o kadar saçma sapan, abuk sabukları düşündüm ki hiç bir yarışta o kadar saçmalamamışım galiba, yorgun zihnim bir sorunu nasıl çözeceğimi çevirip çevirip duruyordu. Saat 03:00 oldu, o anda artık kaçıncı kilometrede olduğumu hatırlamıyorum, donuk bir soğuk beni durdurdu. Birden o kadar üşüdüm ki hemen rüzgarlığımı giydim ve eldivenimi taktım. Col Checrouit (73 km) kontrol noktasına gelmeden önce ayağım bir şeye takıldı çok fena aşağıya uçtum. Yanımdan geçen kadın sporcu beni kaldırıp hatrımı sordu. Nasıl hissettiğimi ben de bilmiyordum, tek hedefim Courmayeur (77 km) kontrol noktasına ulaşmaktı.  Beni Courmayeur’ a götüren yolu ömür boyu unutmam sanırım, merdiven mi ağaçların kökleri mi?  Anlaşılan epey eğlenmek için lunaparka gitmek gerekmez, bu tarz yarışları koşmak yeterli. İstasyona ulaşınca Devrim’ i görmek çok güzeldi, devam edebilmek için yeterli motivasyon alarak beslenmeye geçtim. Ayrıca burada kıyafetimi değiştirmeye karar verdim, yeni gün doğuyordu ve güne tertemiz başlamaya karar verdim. Bir an “Biraz uyusam mı diye düşündüm” ama EGOM’ un bıçak keskinliğinde sert cevabı “Hayır” olunca  “Show must go on!” şarkısını söyleyerek devam ettim. Asfaltta biraz koştuktan sonra yeni bir çıkışla gözgöze geldik. Bu tepeyi görünce gece boyunca kafamda durup çevirdiğim konuyu bir daha aklıma getirmemek üzere unutmuş oldum :)! Çıktıktan sonra koşu için mükemmel bir bölüm başladı, birkaç erkekten oluşan grubu yakaladım ve çok iyi bir tempoyla Arnuva (94 km) kontrol noktasına ulaştık, burada da fazla durmadan yola koyuldum ve kendimi yarışın en yüksek noktalarından birine tırmanırken buldum, Grand Col Ferret (99 км) noktasına ulaştığımda nefesim kesildi hem soğuktan hem de gördüğüm manzaradan.

Grand Col Ferret (1)
Gran Col Ferret

 La Fouly (108 km) kontrol noktasına ulaşınca Atakama Çölü’ nde beraber koştuğum Cecile’ i gördüm, biraz sohbet ettikten sonra yoluma devam ettim.  Hava çok güzeldi, güneşliydi ama çok sıcak değildi, benzersiz güzellikteki yerleri ve masalsal kasabaları geçiyorduk. Champex-Lac (122 km) istasyonuna ulaştığımda çok yorgundum ve burada iyice yemek yemeye, dinlenmeye ve üstümü değiştirmeye karar verdim. Biliyordum ki yarışta geçirdiğim ikinci gece hiç de kolay olmayacak, artık 24 saatten fazla uykusuz kalıyordum. Çıkmadan önce biraz toparlanmak için sağlık ekibine uğradım ve onlar gerçekten mucize yaratmışlar. Bu istasyonda Aykut’ la karşılaştık ve ondan sonra beraber devam etmeye karar verdik. Saat 18:00′ de istasyondan ayrıldık ve hayatımın en uzun gecelerinden birine başladık. Önümüzde fethedeceğimiz 3 tepe vardı. Biraz dinlenmiş halimizle ilk tepeye tek solukla çıktık, güneş batarak ortalığı nar renginde kırmızıya boyadı ve hava serinlemeye başladı, daha kalın kıyafetimizi giydik.

Bovine
Bovine

İnişi hızlı bir grupla beraber indik. Kalan iki tepeyi aşmak artık rüya gibiydi, karanlıkta parlayan ineklerin gözlerinden ve rüzgarla kulağıma gelen çan seslerinden çok az anı aklımda kaldı. Ama elbette eğlenceli anlar yaşandı, o zaman bana pek eğlenceli gelmediği halde şimdi gülerek hatırlıyorum. Sanıyorum Trient (139 km) kontrol noktasına geçtik ve çıkışa başladık, çıkışın yarısını geçtikten sonra kullandığım batonlara baktım ve onlardan bir tanesinin bana ait olmadığını anladım. Düşündüm ki istasyonda batonlar karışmış. Dikkatli bakınca anladım ki bir tanesi daha kısa ve rengi farklıymış ama marka aynıydı. Ben de kendi kendime “Baksana ne tesadüfmüş” dedim. Hemen Aykut’ a dedim: “Ben başka birinin batonunu aldım hemen istasyona geri dönmem lazım”. Aykut ise her zamanki mantığıyla “Dönersen de sahibini bulamazsın ayrıca sen onun batonunu aldıysan o da seninkini almıştı, o zaman senin iki batonun var onunki de aynı şekilde, kimse zor durumda değilmiş” dedi. Aykut o an yanımda olmasaydı sanıyorum ki geri dönecektim. Evet şimdi de bombayı patlatıyorum, yarış bittikten ve birkaç saat uyuduktan sonra batonlara tekrar baktım ve ikisinin yüzde yüz aynı ve ikisinin bana ait olduğunu anladım. Galiba vücut o yorgunlukta artık tasarruf moduna geçip bazı fonksiyonlarını kısıyor, mantıklı düşünmek de onlardan biri. Yarı baygın halimle devam ettim. Kendime ancak son çıkıştan önce geldim. Ama son çıkışa gelmeden önce acayip bir şey yaşadım. Düzlükte gidiyorduk ben de önüme bakarken kocaman bir ekranı gördüm, hani açık havada sinemalar var, o tarzda bir ekran. Ekrana bakıyorum da ama Aykut’ a çaktırmıyorum, yavaş yavaş kafayı yemeye başladığımı anlıyorum ama. Kendi kendime “Yok artık, ekranın ne işi var ormanın, dağların ortasında?”. Ekran elbette yoktu, önümüzde bir sürü kişi yürüyor ve onların kafa lambalarının ışıklarını benim yorgun zihnim farklı bir şekilde algılıyormuş meğerse. Ne hale geldiğimi ve ileride daha neler neler göreceğimi düşünürken son çıkışa yaklaştık, yukarıya bakarken ışıkları gördüm önce onları yıldızlar sanmıştım ama sonradan olmadığını anladım ve Aykut’ a “Herhalde bizi oraya çıkartamazlar” dedim. Nerede…paşa paşa çıkmaya başladık. Kocaman taşlar, tam da benim boyuma uygun. O taşları, tıpkı hayatımdaki ilk koşu ayakkabım gibi ömür boyu zihnimde saklayacağım. Bitmek bilmeyen tırmanıştan sonra nihayet La Flegere (160 km) kontrol noktasına ulaştık ve 8 km kaldı. Şimdi bu satırları yazarken “sadece 8 km” yazacaktım ama anladım ki o 8 km için ” sadece” kelimesini yazmak haksızlıktır. Bir şeyler atıştırdıktan sonra inişe geçtik, o anlarda yatağımdan başka bir şey düşünmemiştim. Yılan gibi bir iniş sonsuz görünüyordu. Chamonix’ nin ışıkları çok yakındı, bir el kadar uzak göründüğü halde o an hiç yetişmeyecek kadar uzaktı. Yarışın ikinci güneş doğuşunu görüyorduk ve nihayet Chamonix’ ye girdik ve artık sokaklarında koşuyorduk. Az sayıda seyirci ve sevgili dostlarımız bitiş çizgisinde bizi bekliyordu. Nesrin, Cenk, Devrim, Faruk, İhsan Abi, Mustafa :), unuttuğum biri varsa şimdiden özür dilerim, kendimde değildim diyebilirim :)!

Finish 4

Finish 2

Saat 07:12, nefretten tutkulu aşk duygusunun doğma zamanı. Bir daha “Asla yapmayacağım” dediğimi şimdi şiddetli bir istekle sürekli yapmak istiyorum. En büyük aşklar nefretten doğarmış meğerse. Arkamda 168 km kaldı, benim için dağları sevdiren yarış bu oldu!

1229975_575235475868200_1517185126_n

999203_575270829197998_1640278357_n

Birkaç saat uyuduktan sonra kendime “Ben buraya kesin döner ve bu parkurda bir daha koşarım” diyerek söz verdim…Bu sene giden arkadaşlarıma en güzel dileklerimi göndererek başarılar dilerim. O harika anları yaşayın ve bu sene benim için de koşun lütfen! Sağlıkla ve sevgiyle kalın!

Yoldaşım Aykut Çelikbaş’ ın kaleminden UTMB 2013 raporu: http://istanbulrunning.blogspot.co.uk/2013/09/utmb2013.html

1208936_575235382534876_724723935_n

1176213_575235412534873_709547835_n
Chamonix kedisi olmazsa olmazdı :)!

 

Yorum bırakın