“Koşunuzu nasıl alırdınız?” ya da “başarılı bir yarış için benim altın kurallarım”

Cappadocia Medium Trail

Her zaman Kapadokya’ ya geldiğimde duyguların gökkuşağını yaşıyorum. Her daim aklım  beni ta 2014 yılına götürüyor, Cappadocia Ultra – Trail yarışının ilkine. Serkan ve Sertan Girgin‘ den yarış haberi, mesafe seçimi, hazırlıkları ve yepyeni bir yarışın anlatılmaz heyecanı.  Ekim ayının hafif yağmurlu bir günüydü ve bizler yaklaşık 100 kişi başlangıç çizgisinde yeni maceraya atılmak için sabırsızlanıyorduk. Macera dolu saatler ve 110 km’ nin genel klasman birinciliği. O unutulmaz andan sonra 4 sene geçti, her sene unutulmaz tecrübeler yaşandı ve 4 yarış raporu yazıldı. Çok farklı anlar yaşandı, bazen ağlamak bazen gülmek istediğim dakikalar oldu ancak değişmeyen tek şey vardı – sonbaharın Kapadokya gizemi, bu Kapadokya benim ve sadece bana ait: Akşamları kömür kokulu, mağara otellerin huzur ve sakinliği, ayakların altındaki rengarenk yapraklar ve kırmızı sonbahar elmaları, havada uçuşan örümcek ağları ve Kapadokya şarabı gibi sarhoş eden o unutulmaz özel Kapadokya havası, ballı yerfıstığı ve kış çayı, yemyeşil ama tatlı mandalinalar ve her bir mucize bekler gibi içimdeki çocuğu uyandıran masalsal benim Kapadokyam. Peki sizin Kapadokyanız nasıl acaba?

Perşembe günü akşam saatlerinde otobüsten inince yine, yeni, yineden müthiş bir heyecan içimi sardı. Vakit akıp geçti ve bu sene bu topraklarda 5. kez koşacağım. Yine her metresini bildiğim ve sevdiğim sokaklar ve o unutulmaz kömür kokulu Kapadokya. Yazarken bile kömürün kokusu burnumda. Duygusal bölüm böylece bitti, şimdi teknik bilgilerin zamanıdır.

YARIŞA HAZIRLIK

2 Ekim tarihinde yarışa katılmaya karar verip 4 Ekim’ de mesafeyi seçip antrenmanlara başlıyoruz. Antrenmanlara başlıyoruz derken aslında antrenmanları hiç kesmedik ve sene boyunca koskoca bir iş yapıldı, bu yarışa özel antrenman sürecinden bahsediyorum. Geçmişe dönersek UTMB sonrası ilk hafta hastalık dolayısıyla mecburen dinlenme, Kaçkar Ultra haftası parkur işaretleme ve toparlama derken mesafe 90 km.yi buldu. Sonraki hafta toparlanma ve hafif koşular ile 60 km. Eylül ayının son haftası hafif koşular (38 km) ve evde bisiklet. Aslında Ekim’ in ilk haftası da hafif koşular, bisikletle, esneme ve kısacık intervaller ile geçecekti ama yarışa gitme kararı alınca programımız tamamen değişti ve keyif antrenmanlarının yerine sağlam intervaller ve haftanın uzunu geldi. Öylece Ekim’ in ilk haftasını 56 km, ikinci haftasını ise 69 km ile kapattık. Kapadokya’ dan bir hafta önce Geyik Koşuları 14 km muhteşem silkelenme oldu. Yarış haftası ise bisiklet ve kısa toparlanma koşusu.

YARIŞ ÖNCESİ

Cuma günü boyunca inspiredbyrun standımda çalıştığım için geç saatlerde yarış kitimi alıp ve yemeği yiyip hemen dinlenmeye geçtim. Odamda acele etmeden kıyafetlerimi hazırlayıp yarış boyunca tüm kullanacak cihazlarımı şarja taktım (alın feneri, telefon, saat ve MP3 çalar). Saat 22:00 sularında yatıp 05:30′ da uyanıp hemen kahvaltıya geçtim.

YARIŞ

Bana sorarsanız benim için başarılı yarışın sırrı – plana göre doğru nabızla gitmek, planlı bir şekilde beslenmek ve kafamı rahat tutmak. Elbette yarışa göre gerekli antrenmanlar yapıldı şartıyla. Benim için yarışın en önemli kuralları:

  1. Ne olursa olsun tüm dertlerimi unutup tamamen yarışa odaklanmak. Hiç fark etmiyor antrenman, eğlence ya da hedef yarışı ama başlangıç çizgisine tamamen yarışa odaklı çıkmam lazım. Yarış öncesi dönemi stressiz geçirmek şarttır.
  2. Yarışın ilk saatleri çok ama çok önemli. Nabzı kontrol etmek ve kontrollu şekilde ilerlemek çok önemli. Yarış heyecanında adrenalin tavan yapıyor ve kendini kontrol etmek zordur. Yıllarca saatsiz koştum ve iç hislerime güvenerek temkinli bir şekilde başlayıp yarışın sonuna doğru hızlanıyordum. Şimdi ise yarışın ilk saatlerinde kesinlikle nabzımı kontrol ederek ilerliyorum. Daha yarışın başlangıcında parkurda beni bir sürü sporcu geçti hem 63 km hem de 119 km koşan sporcular, ben ise temkinli tempomu bozmuyordum. Elbette bazen birinin peşinde takılıp bu şekilde ilerlemek istiyordum ama ileride bedelini ağır ödeyeceğimi bildiğim için kendime uygum bir tempomla yoluma devam ediyordum. İstatistiğe baktığımda 2. kontrol noktasına genel klasmanda (63 km koşanlar arasında) 79. sırasında vardığımda finişe genel klasmanda 36. ulaştım demek ki izlediğim strateji doğrudur.  Maaşını alıp ilk günlerde tüm paranızı harcadığınızı düşünün, ne olacak ya kalan günlerde parasız geçirirseniz ya da kredi çekersiniz. Vücuttaki enerjimiz de aynı, kaynaklarını akıllı bir şekilde kullanalım ki vücudumuza sonra borçlu çıkmayalım. Sonuna doğru parayı biraz biriktirelim ki finişte bol bol harcayalım. Uzun mesafelerde stabil bir tempoda gitmek benim için çok önemli, tabii ki sonuna doğru biraz kasabilirim halim kalıyorsa.
  3. Beslenme ve su tüketimi. Yarışta beslenmeme ve su tüketimime çok özen gösteririm. Mesafe ve hava sıcaklığına göre önceden beslenme ve su tüketimi planı yapıp onu sürekli kafamda tutup uyguluyorum. Ne kadar yorgun olursam olayım ama bu plana harfiyle uyuyorum.

Cappadocia Medium Trail yarışına gelince başlangıç çizgisinde beklerken müziğim, yarış – beslenme stratejim ve kafam hazırdı. Tek bir hedefim vardı – elimden geleni yapıp sağlıklı bir şekilde yarışı bitirmek.

UFUK5249
F: UFUK YARAMIŞ

Daha önce iki sefer bu mesafeyi koştum ama parkurda ufak tefek değişiklik olduğu için performan kıyaslanma pek mümkün olmayacaktı. Yarışı temkinli bir şekilde başlayıp bir baktım sporcular yanımdan basıp gidiyorlar ortada durup: “Arkadaşlar, ne aceleniz var :)” diyesim geldi ama elbette yapmadım, herkesin bildiği bir şey vardır mutlaka. 🙂

DARE3886
F: ANNA DARE

1. Kontrol noktasına (10.8 km) vardığımda sadece çöplerimi atıp yoluma devam ettim.

ONUR6832
F: ONUR ÇAM

Yarış başlamadan önce iki matara doldurdum ondan dolayı suya ihtiyacım yoktu. İstasyondan uzaklaştığımda pembe çoraplı kadın beni geçti ve hızla uzaklaştı. Tempomu bozmadan devam ettim, bu da bir irade testi, takip etmek insanın doğasında vardır kesin ve gücünü kontrol etmek bir sanattır, ne derler: Kontrolsüz güç güç değildir. Bu arada  hava tam benlikti, bulutlu ve hafif yağmurlu, ben ise kendimi kelebek kadar hafif hissettim. Uçhisar’ a gelmeden önce ta yaz ziyaretimizden kalan hatıra aklıma geldi, köşede bulunan koskoca bir kara dut ağacı, ne iştahla yemişim o dutları. Kara dut hayal ederken yarış gerçeklerine dönme zamanıydı. 2. kontrol noktasına (27.6 km) kadar hava gayet iyiydi, istasyona varınca hemen sularımı doldurdum ve biraz soda içip koşuma devam ettim.

ONUR8640
F: ONUR ÇAM

Hava ısınmaya başlayınca ben ise sürünmeye başladım ve tüm doğa kurallarına karşı kelebek tırtıla dönüştü. Her atılan adım bana daha da zor geliyordu, antrenmanlarda ve Geyik Koşuları’ nda kendimi ne kadar iyi hissedersem sanırım ki UTMB ve Kaçkar Ultra sonrası hala tam anlamıyla toparlanmamış oldum. Kendimi aynada görmedim elbette ama sanırım suratım bibendumdan farklı değildi.

ONUR8643
F: ONUR ÇAM

Fotoğraflara bakınca gayet iyi görünmeme rağmen o an hissettiklerim hiç de öyle değildi, kendimi dalgalı okyanusta sörf yapar gibi bir kötü bir iyi hissediyordum, bazen o kadar yürüyüşe geçmek istiyordum ki ama ne olursa olsun tempomu düşürmemeye çalışıyordum. Aslında bakarsan beslenme ve su tüketimi iyiydi, nabız da tam yerindeydi ama bacaklarım bir türlü gitmek istemiyordu. Hiçbir şeyi düşünmeyip tamamen müziğe odaklandım. Bir anda yanımdan kırmızı çantalı kadın geçip uçtu, arkasından bakıp kendime: “Eh, bugün gününde değilmişsin herhalde” dedim ama hızımı bozmadım, ne de olsa yolu daha yarılamadık.

1DXM0402
F: GOSHOTS.NET

 

3. kontrol noktasına (35.3 km) gelmeden hem pembe çoraplı hem de kırmızı çantalı hanımefendileri geçip istasyona hızlandım. Kendimi gayet iyi hissetmeye başladım ama her güzel şey er geç bittiği için birazdan tekrar çukura düştüm (kendimi kötü hissettim) ama ne olursa olsun tempomu düşürmemeye çalışıyordum. Kırmızı çantalı kadın beni tekrar yakaladı, ona yol verdim, hızla uzaklaştı ben ise sürünme dalgasını yakalayıp sörfe devam ediyordum. Kızılçukur Vadisi’ ne gelmeden önce tüm mataralarımı doldurmama rağmen su bitti ama bir sonraki kontrol noktasına kadar daha 3 km vardı. Dilim damağıma yapıştı ve sussuzluğumu düşünmeyip hızlı bir şekilde yoluma devam ettim. 4. kontrol noktasına (48 km) vardığımda hemen sularımı doldurup şişenin kalan kısmını kafama ve enseme döktüm, biraz canlandım. Buradan sonra çok sevdiğim bölüm başlıyordu, Akdağ çıkışı. Bu arada belli mesafeden sonra 119 km koşan Alper beni yakaladı ve enseme yapıştı, onu da ara sıra yan gözle kesiyordum. Çıkıştan sona inişe geçerek 5. kontrol noktasına (52.9 km) ulaştım. Su ve kola aldıktan sonra artık yarışın son bolümüne geçtim. Bu yol her sene “neden daha kısa parkura katılmadığımı” sorgulatıyor. Bu sefer pek sorgulatmadı çünkü baştan beri temkinli gittiğim için baya enerjim kaldı ve 119 km koşacak kadar gücüm vardı. İşte ne yapalım uzun yol şoförüyüm ben. Şunu bunu düşünerek önümde kırmızı çantalı sporcuyu gördüm, aslında geçmek niyetim yoktu ama finişe kadar artık 5-6 km kaldığı için yarış bir an önce bitsin diye iyice hızlandım ama yine de gücümü kontrol ediyordum. Artık biliyordum çok ama çok az kaldı. 38 km koşan sporcular da görünmeye başladı, herkes finiş anını iple çekiyordu. Ve nihayet Ürgüp’ e giriş. Şehre girince iyice hızlandım ve yarışın bitimine sadece 1 km kalıyordu. Güçlü bir finiş yapıp 5. kez bu yarışın bitiş çizgisinden geçmiş oldum.

_MG_2048
F: CAPPADOCIA ULTRA – TRAIL

Kendime her sene söz veriyorum bir sonraki sene en kısa mesafeyi koşacağım diye, iki kez en uzunu ve üç kere orta mesafeyi bitirdikten sonra onu da bir ara aradan çıkarmam gerekir sanırım. Seneye bakalım artık, gün doğmadan neler doğar. Her yarış bir tecrübedir ve bu sefer yeni bir ders aldım, parkurda ne olursa olsun sonuna kadar mücadele etme çabası. Bazen gününde olmayabilirsin ve yolda zihnin ne kadar seni yoruyorsa onu da yormaktansa ne yapıp edip onunla barışıp anlaşıp o günkü şartlarla en iyi şekilde yarışı bitirmek mümkündür. Her yarış bir dalgalı okyanus gibi, yarışta bir yükseliş bir düşüş yaşamak kaçınılmaz esas mesele her şey iyiyken hızlı koşmak değil her şey kötü giderken tüm iç gücümü toplayıp moralimi bozmamak ve tempoyu düşürmemektir (elbette farklı durumlar olabilir ama benimki ise sadece aşırı zihinsel ve kısmen fiziksel yorgunluktu, başka herhangi bir sıkıntım yoktu). Ben de bu işi başardığıma inanıyorum, yeter ki iste!

Her zamanki gibi Ürgüp’ te unutulmaz günler geçirdik. Tüm sevgili dostlarımızı görmek muhteşemdi. İki gün boyunca inspiredbyrun standımı ziyaret eden arkadaşlarıma çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız.

Yarışın organizasyonu her zamanki gibi muhteşemdi. Başta Aydın Ayhan Güney ve Koray Bozunoğulları olmak üzere tüm sevgili ARGEUS Ekibi’ ne koskoca tebrikler ve teşekkürler. Tüm gönüllüler de muhteşemdi, ellerinize sağlık. Tüm sponsorlara, destekçilere, sağlık ekibine, yemek yapanlara ve tüm emeği geçenlere kocaman teşekkürler. Parkurda bizi çeken fotoğrafçı arkadaşlarımızın gözlerine, ellerine sağlık. 

Bu sefer Fresco Cave Suites‘ te kaldık, yardım ve ilgi için tüm güleryüzlü personele çok teşekkürler.

Tüm yarışmacılara çok tebrikler!

PS: Parkurda beni gören ve benimle konuşan arkadaşlarım varsa yarış boyunca müzik dinlediğim için sizi duymamış olabilirim, affola!

TEŞEKKÜRLER
Fenerler için LEDLENSER Türkiye (bu yarışta ihtiyacım olmadı ama zorunlu malzeme olarak yanımdaydı). Alper, 119 km koşarken gece etabında feneri kullandı ve inanılmaz memnun. 
Vitamin desteği için VOONKA (çok yoğun süreçte vücuda destek şarttır).
Anılarımı çekebildiğim için SONY / ActionCam Türkiye.
Sene boyunca yanımda olan COLUMBIA Türkiye Ailesi ve COLUMBIA MONTRAIL KOŞU GRUBU. 
Yarış boyunca COLUMBIA MONTRAIL BAJADA™ III  ayakkabı kullandım, Kapadokya parkuru için mükemmel bir seçim oldu benim içim. Ayakkabının rahatlığı ve zeminde tutunuşu muhteşem. Zorlu yarışlarda vazgeçilmezim oldu. UTMB 100 mil yarışında da aynı modeli kullandım.
96942_0
Ve son olarak beni çok mutlu eden bir noktayı değmek isterim. Aylarca Columbia Montrail Koşu Grubu olarak ormanda koşular düzenliyoruz. Yarıştan sonra “sizin koşularınıza gelmem çok şey öğretti ve yarış boyunca bana çok yardımcı oldu” sözlerinizi duymak paha biçilemez ve benim için en büyük ödül. İyi ki varsınız dostlar, hep beraber birbirimize destek vererek yeni zirvelere doğru durmadan devam!  
a6609814-9425-4978-aaa7-5e647189cd83
F: ONUR ÇAM
IMG_7565
GELENEKSEL DESENLERİM

Sevgisiyle ve tutkusuyla – Alanya Ultra Maratonu

Uzun aradan sonra yine sizinle beraberim değerli takipçilerim. Kışın elbette boş durmadım hem antrenman yapıp hem de yeni markamı yarattım inspiredbyrun: Spor tutkusu ve macera dolu benzersiz gümüş takılarla size motivasyon ve güç versin diye yola çıktım, yeni eserlerime ilham bulmak için  dağlara ve doğaya kendimi atıp benzersiz parkurlarda koşmaya ve yarışmaya devam edeceğim.

IMG_6874
Fotoğraf: Alper Dalkılıç

Hayat kocaman bir dağ nehri ve yaşamak için onla beraber hareket edip değişmek ve hareket etmek, kendini geliştirmek lazım…Ben de yeni yarışlara ve daha önce ayağımın basmadığı patikalarda ayak izlerimi bırakıp kendimi yeni doğmuş yepyeni bir insan olarak hissediyorum. Her yeni macera benim için yepyeni bir hayattır, uzun zamandır yarış heyecanı değil yeni maceranın heyecanını hissetmeye başladım. Her macerada hem kendimi hem de sınırlarımı daha yakından tanımış oluyor, kendime daha yakın hissediyor ve her yarışta yeniden kendimi buluyorum.

Alanya Ultra Maratonu 

Tek bir kelimeyle bu yarışı özetlememi isterseniz: “Sevgi ve dağ tutkusuyla hazırlanmış, her metresi düşünülmüş, zorlu, teknik ama olağanüstü ve müthiş manzaralı bir parkur”. İnanın parkur boyunca aklımda sürekli çeviriyordum, benimle koşanlar da bilir, söze de getirdim: “Ahmet müthiş bir parkur yaratmış, doğayı ve dağları çok sevdiği her metresinden okunuyor, devasa bir iş başarmış kendisi ve muhteşem ekibi”. Bu kadar harika parkuru aylarca hazırladıysa onun hakkını vermek bizim görevimizdir, ben de onu yüzde yüz başardığımı sanıyorum, parkurdan inanılmaz keyif alarak elimden geleni yaptım. Her zaman söylerim ki: “Elbette kürsü yapmak çok güzel ama benim için daha önemli bir şey var, elimden geleni yaptığımı bilmektir. Kürsü yapsam da yapmasam da antrenmanlarımın hakkını parkurda verdiysem benden daha mutlusu yoktu!”

17425833_277781505995171_6552028523276951648_n
Fotoğraf: goshots.net

Yarıştan bir gün evvel kafamı yastığa koyunca: “Ne haftaydı ama!” Bir sürü toplantı, yeni çıkan inspiredbyrun eserlerim, doğum günümün ekspress kutlanması, yarış için eşya hazırlaması, Antalya’ da çok sevdiğim arkadaşımı ziyaret, Alanya’ ya yolculuk, otele yerleşmek, yarış öncesi teknede harika makarna partisi ve teknik toplantı. Nihayet her şey hazır ve yarın kafamı dinleyerek müthiş bir parkurda koşacağım, bundan en ufak bir şüphem yoktu. Gülümseyerek uykuya daldım.

Yarış sabahı her zaman aynı geçer, çanta kontrolü ve giyinme, beş dakika fazla uyuyalım diye hazırlığı biraz acele yaptık ve odadan çıkmadan önce bacağımın birinde bir gariplik hissettim, baktığımda hemen nedenini anladım, birinde kalf çorabı vardı diğerinde yoktu. Tozluk ve ayakkabıyı çıkartıp ikisini denk getirip nihayet odamızdan çıkabildik.

17425850_277573956015926_6662835654560349826_n
Fotoğraf: goshots.net

Start alanında heyecan vardı, kimileri son hazırlıklarını yapıyor kimileri ısınıyordu. Ve nihayet start verildi, Alper her zamanki gibi uçtu gitti ben ise: “50 km sonra görüşmek üzere yoluma devam ettim”. Bir yıldır tamamen nabzıma göre antrenman yapıp yarışıyorum, benim için mükemmel bir formül. Başlar başlamaz kaleye çıkmaya başladık.

17629745_278508309255824_7893904611810308000_n
Fotoğraf: goshots.net

Tarihin içinde koşmak apayrı bir duygudur!

17554580_278508935922428_4500269151088021067_n
Fotoğraf: goshots.net
17523229_277575209349134_6418863248611622909_n
Fotoğraf: goshots.net

Kaleye çıktıktan sonra yolumuza devam edip yanlış bir yere saptık sonra hemen yolumuzu bulup inişe geçtik ve deniz kenarında koşup muz tarlalarından geçerek tekrar tırmanmaya başladık.

17499372_277573426015979_7816354752699020887_n
Fotoğraf: goshots.net
17522839_277575636015758_5977977380389029863_n
Fotoğraf: goshots.net

Zorlu, teknik o kadar da keyifli ve olağanüstü manzaralı çıkış başladı. Nabzım müsaade edince koşuyor ya da çok hızlı bir şekilde tırmanmaya çalışıyordum. Etrafıma bakınca zümrüt yeşili ormanları ve aşağıya bakınca uzaklarda altın kumların eşliğinde devasa değerli taş gibi turkuaz, topaz ve en koyu mavisinden safir renginde müthiş ve sonsuzluğu çağırıştıran özgür deniz vardı. Birkaç saat sonra o muhteşem tuzlu suyla kavuşma hayalimle yoluma devam edip birinci kontrol noktasına (8.2 km) ulaşıp jellerin paketlerini çöpe attım, Yeliz’ le biraz sohbet edip su ve kola içip yoluma devam ettim.

17499528_277575882682400_4979895225010848180_n

İsteyen hemen not alsın bu sefer kendim için muhteşem bir karışım yaptım, yulafı sıcak su ve helva ile karıştırıp macun şekline getirip kilitli poşete koydum ve 10 saat boyunca onunla iyice beslendim. Muhteşem bir şey oldu, hem mideme iyi geldi hem de beni tok tuttu, yol boyunca sadece bir dilim portakal, bir miktar jel, kola ve yulaflı macunla beslendim ve hiç sorun yaşamadım. Kontrol nokta masaları çok zengindi ama yarış esnasında benim için çiğnemek çok zor geliyor ondan dolayı bu şekilde beslenmeyi tercih ediyorum, elbette yarışın uzunluğuna göre. 100 mil yarışında ister istemez çiğnemek zorundasın. Yol boyunca bir sürü arkadaşımı görüp keyifli sohbet ettik Ersavaş’ la beraber sert bir inişi paylaştık, bir süre sonra Umut Can’ la yollarımız kesişti, patikalarda beraber koştuk.

IMG_6893
Fotoğraf: Umut Can Temiz

İkinci kontrol noktasına (19.2 km) varınca sularımı tazeledim, kolamı içtim, kafama soğuk suyu döküp yoluma koyulmadan Polat, Alper’ in benden yaklaşık 12 dk. önümde olduğunu söyledi ve yarışın sonuna kadar benim için yakalamaç oyunu başladı. Buradan sonra benim en sevdiğim bölümdü, genelde tırmanışı içeren bir rota. Parkurun keyfini çıkararak üçüncü kontrol noktasına (28.3 km) ulaştım, sularımı tazeleyip yoluma devam ettim, Onur (Ali İmren) biraz eşlik edip dönüşte nereye dönmem gerektiği bilgisini verdi, ondan sonra yapayalnız kalıp parkurda tek olma özgürlüğünü yaşadım. Olağanüstü manzara eşliğinde parkurun en yüksek noktasına ulaştım (1533 m).

17424955_275350896238232_6666695426000399755_n
Fotoğraf: Alanya Ultra Maratonu

İnişe geçince yolda bol kar vardı, mutluluktan ve sevinçten gülmeye başladım.

17626148_278093269297328_4621835355175556560_n
Fotoğraf: goshots.net

Ayaklarım altında kar, etrafımda müthiş orman ve karlı dağ tepeleri, uzaklarda deniz. Böyle müthiş parkurda koşabildiğim için kendimi çok şanslı hissettim. Geniş bir yolda hızlı inişten sonra dar bir patikaya daldım ve bir süre koştuktan sonra dördüncü kontrol noktasına (41 km) ulaştım. Polat, Alper’ in yaklaşık 5 dk önümde olduğunu söyledi, hızlıca sularımı tazeleyip kolamı içip takibe başladım. Epey uzun bir inişe geçtim, Alper’ i yakalayacağımı umarak her dönüşten sonra koşan silueti göreceğim diyordum ama nafile. Yol ya aşağıya ya da yukarıya götürüyordu beni. Beşinci kontrol noktasına (52 km) ulaşınca arkadaşlar, Alper’ in farkı 15 dk’ ya kadar açtığını öğrendim. Finişe yaklaşık 14 km kaldı ve bu farkı kapatmanın mümkün olmadığını düşünüp: “Sağlık olsun, madem öyle abartılı kasmaya gerek yok, sadece elimden gelen en hızlı tempoyu tutup en çabuk şekilde finişe ulaşmaya çalışacağım” diyerek, sularımı doldurup yola koyuldum. Bir anda düşüncelerime dalarak kendimi paraşüt tepesinde buldum, işaret de yoktu ortada. Biraz geri gidince belirgin bir işaretin başka bir yola götürdüğünü görüp kendi kendime biraz kızdım: “Tamam, yorgunsun ama kendine gel ve son kilometreleri adam gibi koş, kocaman bir işareti nasıl görmemişsin!” deyince sert ve teknik bir inişe geçtim. İnerken tırmanışları ne kadar sevdiğimi ve inişleri daha çok çalışmam gerektiğini kendime bir kez daha hatırlattım. Epey vakit sonra stabilize yolla kavuşma mutluluğu yaşayıp bir adet “Espresso Love” jelini çakıp: “Hadi eyvallah finişe doğru gidiyorum” diyerek hızlandım. Yolda bir aile: “Çok geç kaldın diyerek” beni daha da gaza getirdi. Nihayet Alanya el uzaklığındaydı. Altıncı kontrol noktasından (58 km) hiçbir şey almadan geçip sahil yoluyla kavuştum, buradan biraz koşup bir ara plaja gireceğimi biliyordum. Düzde iyice hızlanıp denizin keyfini çıkarıyordum. Belli bir süre sonra görevli arkadaş beni plaja yönlendirdi. Hava çok güzeldi, güneş yakıyor, plaj baya kalabalıktı, insanlar serinliyordu, biz ise saatlerce koşuyoruz diye düşünerek kumsalda koşmaya başladım. Bir ara hava çok sıcak geldi, bir mataramın suyunu tamamen kafama boşalttım, yanımdan küçücük bir çocuk geçiyordu, şaşkınlıkla baktı. İleride bir dağ gördüm ve videodan bu dağa tırmanacağımızı hatırladım. Ben yakın finişin mutluluğu yaşarken bu bölümü tamamen unuttum. Ama iyi ki bu bölüm vardı!

17426022_277782372661751_7602770291663150391_n
Fotoğraf: goshots.net

Plaj sonunda dağa yaklaşınca serap gibi Alper’ in turuncu kafa bandını gözümle kestim. Rüya görüp görmediğime hala inanmayan ben tek nefesle sudan geçip kayaya yapıştım ve örümcek gibi patikaya kadar yükseldim. İyice hızlanıp yukarıya tırmanıyordum ve beklediğim an geldi, Alper bir taşın üzerinde yerleşmiş ayakkabısını temizliyordu. “Beni geçersen olacağı budur” diyerek kaçmaya başladım. Alper’ in suyu bitti, ona tek mataramdan son suyumu verip yarışıma devam ettim. Finişe sadece birkaç kilometre kalınca gençlerin yanlış yönlendirmesiyle yanlış yola sapıp (bizim gidiş yolumuz) zamanında fark edip, teyit için Ahmet’ i arayıp doğru yoldan devam ettik. Tırmanırken patikada tek olduğumu fark edip hızlandım, kaleyi turlayıp, daracık tarihi sokaklardan geçerken uzaklarda finişi görebiliyordum. Kayadan inip, sudan geçerek benimle dalga geçen gençlere laf yetiştirip finişe ulaştım. Müthiş bir parkur, olağanüstü manzara, harika bir yarış.

17626393_1268409106530280_4895198057611774127_n
Fotoğraf: goshots.net / Elindeki sopaya dikkat! 🙂
FullSizeRender (22)
Fotoğraf: Alper Dalkılıç

Ultra maraton da hayat gibi, ne zaman ne olacağı belli değil, tek bir kural var: Pes etmeden, vazgeçmeden, elinden geleni yaparak hedefe ulaşmaya çalışacaksın, yolda da keyif almayı unutmayacaksın ama…Hayat ultra maraton gibi sürprizlerle dolu, doya doya yaşayarak sizi nasıl şaşırtacak bekleyin ve görün!

17424604_277781732661815_6065578065964347110_n
Fotoğraf: goshots.net
alanya-ultra-maratonu-2017-fotoğrafları
Fotoğraf: Redbull
2017-04-01_15-27-43
Suunto ne der? 🙂

SEVGİLİ AHMET ARSLAN VE TÜM EKİBİ,  VEYSEL GÜLER, POLAT DEDE, SAVAŞ GÜNDÜZ, ATIL CÜCE, YELİZ KARAKAYA, ONUR ALİ İMREN, KORAY BOZUNOĞULLARI VE TÜM ARGEUS EKİBİ, SÜHA GÜNERMENGİ, GÖNÜLLÜ ARKADAŞLAR, FOTOĞRAFLARIMIZI ÇEKEN ONUR ÇAM VE GOSHOTS EKİBİ, BÜTÜN EMEĞİ GEÇEN ARKADAŞLAR, UTOPIA WORLD HOTEL’ İN MİSAFİRPERVER PERSONELİ, HEPİNİZE DEVASA, SONSUZ TEŞEKKÜRLER! MÜTHİŞ BİR İŞ BAŞARDINIZ. 🙂

TÜM KOŞAN DOSTLARIMA DEV TEBRİKLER!

SALOMON TÜRKİYE VE SUUNTO TÜRKİYE’ YE MALZEME DESTEĞİ İÇİN KOCAMAN TEŞEKKÜRLER!

HER METRESİNİN SEVGİ VE DAĞ TUTKUSUYLA HAZIRLANMIŞ OLDUĞU BU MUHTEŞEM PARKURDA SENEYE SİZ DE KOŞUN, ZORLU PARKURDA KENDİNİZİ TEST ETMEK, MÜTHİŞ MANZARALARI DOYA DOYA YAŞAMAK VE GÜZEL TÜRKİYE’ NİN HARİKA ORGANİZASYONUNDA BULUNMANIN MUTLULUĞUNU YAŞAYIN! SENEYE GÖRÜŞMEK ÜZERE! 🙂 

Salomon Cappadocia Trail 60 km

Salomon Cappadocia Trail 60 km

Tor des Geants raporu ancak bitti, upuzun ve duygu dolu raporu yazarken parkuru tamamen yeniden koşup hissettiklerimi yeniden yaşamış gibi oldum. Rapor biter bitmez kendimi enerjimin son damlasına kadar tükenmiş hissettim ve Kapadokya’ da yaşadıklarımı birkaç gün sonra ancak kağıda dökebileceğimi sanıyordum. Yanıldım. “İştahın yemek yerken geldiği” sözünü ispatlayarak çevremde ilham perilerinin uçuştuğunu hissettim. Cumartesi sabahı erken saatlerde kahvemi içerken içimde müthiş bir enerji vardı demek ki zamanı geldi. Ama bu sefer farklı bir rapor olacak – kısa ve öz (bütün duygularımı TdG raporunda bıraktım). Raporlarımda Kapadokya’ ya aşkımı yıllardır ilan ediyordum ne de olsa! 🙂 Zaten yarışta yaşadıklarım da aynı şekilde – az ve öz.

Eylül ayı biraz hareketli geçtiği için Kapadokya’ ya biraz erken gitmeye karar verdik, böylece Çarşamba günü öğleden sonra mağaramıza yerleştik.

dsc_0061_1305197810
Castle Cave Hotel

Akşam meditasyon niyetine tırnaklarımla biraz uğraştım. Ertesi sabah balon turumuz olacaktı!

14681775_1201498753241866_3618862064871422506_n
Kaçkar çoraplarının eşliğinde Kapadokya balonları 🙂

Perşembe günü güneşin ilk ışıklarıyla Voyager Balloons’ un organize ettiği balon turunda Kapadokya’ nın güzelliği ve asilliğiyle büyülendik.

14725691_1201811163210625_4143470473242305388_n
Voyager Balloons Turu
img_4256
Voyager Balloons Turu

Büyü ne kadar etkili olsa da yarış işaretleri gözümden kaçmadı! 😉

img_4245
Gözümden hiç bir şey kaçmaz 😉

Uçuştan sonra şampanya ikram edildi ve mağaramıza döndük. Biz İstanbul’ dan kaçtık ama ta İstanbul’ dan peşimizi bırakmayan işlerimiz bizi mağarada kilitledi akşama kadar. Şikayetçi değiliz, dış dünyadan izole olmak bazen çok iyi gelir. Akşamüstü kaleye çıkıp hem güneşi hem de günü batırdık. Türk kahvesi içerken ufuğa baktım, iki sene önce 110 km koşarken aştığım tepeler kırmızı bordolu rengin eşliğinde müthiş görünüyordu ama bu sefer yine de onlarla beraber olmayacağım ve aslında ne yalan söyleyeyim çok mutluydum, artık bu ayrılık seneye kadar sürecek. 60 km mesafesini seçmekle tekrar ne kadar doğru karar verdiğime bir kez daha emin oldum. Kaleden indiğimde hasta bir kedi gördüm, ton balığı getirmek için otele koştum. İstanbul’ dan getirdiğimiz bütün ton balıklarını Kayseri havalimanından başlayarak Kapadokya’ daki kediler yedi. Ama bu hasta yavruya verdiğimde yemeyip kaçtı, yapabileceğim hiç bir şey yoktu, kocaman bir köpek gelip bütün balığı yutup gitti. Çok üzülüp ağlamaya başladım. Kalmak için artık hiç neden bulmayıp yemeğe, Zeytin Cafe’ ye doğru yürüdük. Tavuklu sulu yemeği içmeye başladığımda saz sesini duyunca (içeride müzik çalıyordu) daha da feci ağlamaya başladım, rimel gözyaşlarım ile aktı, gözlerimi silmeye çalışınca pandaya benzedim. Birden Alper’ le birbirimize bakarak gülmeye başladık. Kendimizi meyhanede zannettik bir an olsa da. Mekan sahibi müziği değiştirince türküyü geri istedik, o andaki ruh halimi başka bir müzik bu kadar mükemmel yansıtamazdı. Birkaç hafta içinde yaşadığım koşturmacanın stresi çıkmaya başladı herhalde, hem de TdG sonrası ağlayacaktım ağlayamadım, borcum vardı. “Neyse” dedim “60 km koştuktan sonra ne stres ne başka bir şey kalır artık!” Bu arada söylemeden geçmeyeyim Zeytin Cafe’ deki yemekler muhteşemdi, 3 senedir orada yemek yiyoruz, hele de irmik helvası var…anlatmak mümkün değil, o harika helvayı tatmak lazım, Ertuğrul Bey ayrıca sokak hayvanlarına da bakıyor, onun için kendisine çok teşekkürler! Yemekten sonra üzüntü ve yorgunluğumu üzerimden atmak için mağaramıza kapandım. Jakuziyi doldurup elimde beyaz şarap kadehi ile köpüğün içine atladım. Sıcak suyun içine dalıp kendimi kat ve kat daha iyi hissetmeye başladım ve sönük banyo ışığıyla yarışı düşünmeye başladım: “Acaba bu sene nasıl geçecek?” “Her yarış bir sonraki yarışa hazırlık ise o zaman fena hazır sayılmam” Eylül ayı TdG (339 km) ve Ayder Koşusu (14 km) ayrıca 1000 m üzerinde toplam geçen süre olan 3 haftanın da olumlu etki göstereceğini umuyordum. Ekim ayında Geyik Koşusu (28 km), itiraf edeyim ayıptır söylemesi, son ayağa sırf 50 kg mandalina kazanmak için katıldım, raporumu mandalinaları yerken yazıyorum zaten :)! Tamamen toparlanmasam da iyi dinlenebildim. Sağ ayağım sıkıntı yaşatmazsa yaşadık demek (Mart ayında burkulmuş ayak bileğim ara sıra yaramazlık yapıyor, Geyik Koşusu’ nda zeminin yumuşak olacağını düşünerek çok sert dişli ayakkabı kullandım, ertesi sabah ayağıma basamadım, ama bir hafta boyunca ona çok iyi bakıp beni yarı yolda bırakmaması için kendisini ikna ettim gibi geldi bana).

Cuma gününün her zamanki gibi nasıl geçtiğini anlayamadım. Kayıt, hazırlık, teknik toplantı ve artık klasiğe dönüşen yarış öncesi Elai Catering sunumunda muhteşem akşam yemeği.

img_4263
Salomon – Suunto Ekibi

Yemekten sonra hemen odaya çekildim, nedense hiç yarış heyecanı yoktu bu sefer. Kafam da rahattı. Ayrıca hep son güne bıraktığım Suunto saatimin ayarlarını bu sefer erkenden halledip yarış rotasını ta İstanbul’ dayken saatime yükledim. Saat 20:30′ ta yatağa uzanıp hemen uykuya daldım. Mağara otellerde en sevdiğim nokta bu, odalar huzur ve sessizlik dolu, bebek gibi uyuyorsun, neredeyse aralıksız saat 05:30′ a kadar uyudum. Kalkar kalkmaz hemen kahvaltıya gittik, yulaf lapası hazırladım ama iki kaşık ötesini yiyemedim, sabahın erken saatlerinde yemek yiyemiyorum nedense. Odaya dönünce mokapotla hazırladığımız mis kokulu kahveyi içip yanına birkaç çikolatalı yulaflı bisküvi yedim. Koşu kıyafetlerimi seçip, sağ ayak bileğimi iyice bantlayıp ve çantamdaki malzemeleri kontrol edip starta doğru gittik. Biraz geç geldiğimiz için baya kalabalıktı, ortalarda yerimizi aldık, ne de olsa acelemiz yoktu, yolumuz baya uzundu. Hedefim belliydi: Nabzımı kontrol altına tutup kontrollü bir şekilde gidip her 20-30 dakikada beslenmek ve yeterli sıvı tüketmek ve tabii ki keyif almak! Derin nefes alıp antrenörümün söylediklerini kafamda tekrar canlandırdım: “Her şey harika olacak!” kendi kendime deyip yarış başladı. Benim için aynı topraklarda 3. maceram başladı. Bu sefer hava güneşliydi ve sımsıcak bir gün bizi bekliyordu.

14708116_1182443708468688_6154765373117109369_n
Fotoğraf: Brian Black Hodes

Başlangıçtan beri kendim için rahat bir tempo tutturup çok iyi hissediyordum. Biraz asfaltta koştuktan sonra stabilize yola ve patikaya bağlandık. Nefes kesen manzara ile karşılaştık, ufukta rengarenk balonlar uçuşuyordu.

img_4726
Bu balonları koşarken değil, uçarken çektim ama manzara onun kadar olağanüstüydü 🙂
14724379_1208258622565879_5056904121122415502_n
Bu da uçuş esnasında çekildi, ama buraya illa balon eklemem gerekirdi 🙂

Yolda ilerledikçe atları gördük, görüntü muhteşemdi…

efe_9374_1680x1120
Fotoğraf: Salomon CUT

İlk kontrol noktasını (10.6 km, İbrahimpaşa) fazla vakit kaybetmeden geçtim, biraz yol aldıktan sonra Alper’ i görüp: “Her 20-30 dakikada bir beslenmeyi unutma” diye hatırlattım. Koşarken her zaman çok dikkatliyim ama nedense bu sefer işaretlere değil ya ayaklarımın altına ya da önümdeki gruba bakarak gidiyordum.

ufuk1093
Fotoğraf: Goshots.net

Bu dalgınlığın cezası kendini çok bekletmedi. Bir baktım önümde herkes durdu ve etrafa bakınıyordu. Anlaşılan her koşucunun kabusu başımıza geldi: “Kaybolduk!” Doğru yolu bulalım derken baya oyalandık, biraz yol aldıktan sonra nihayet uzaklarda yokuş çıkan koşucuları görünce onlara doğru koşmaya başladık. Hem koşucuları ve işaretleri yeniden görmek çok güzeldi, nihayet doğru yolla kavuştuk. Meyve püresini yutarken: “Moral bozmak yok, oluyor işte, ne yapalım.” Bundan sonra ayaklarımın altına değil işaretlere bakmak gerektiğini kendime bir kez daha hatırlattım.

dsc_0273_1680x1120
Fotoğraf: Salomon CUT

Tırmanıştan sonra inişe başladım, geçtiğim yerler harikaydı, kanyonlar, mağaralar ve dar patikalar her zamanki gibi güzellikleriyle büyülüyordu.

brian
Fotoğraf: Brian Black Hodes

Güneş etkisini iyice göstermeye başladı, sıradaki tırmanıştan sonra ikinci kontrol noktasına (26 km, Forum Kapadokya – Uçhisar) varınca sularımı doldurup kola içtim, istasyondan ayrılmadan önce kafama da su döktüm. İnişten sonra çok az düz bir yer buldum, ihtiyaç molasından sonra yolda üzerimi toplarken (arkamda büyük grup erkek vardı) bacaklarım ayaklarım birbirine dolanıp düz yerde feci bir şekilde düşüp uzandım. Tozların içinde yatarken: “İyiydik böyle” derken arkamdaki erkekler aklıma geldi, grup çok uzak olamazdı ve gelmek üzereydi, hemen ayağa kalkmaya çalıştım. Üzerine düştüğüm sol dizim mi yoksa tutunmaya çalıştığımda kastığım ve kramp giren sağ bacağım mı, hangisinin daha çok acı verdiğine karar verirken kendi kendime: “Benim için yarış burada bitti galiba” düşündüm. Yine de vadiden çıkıp bir yere kadar ulaşmam lazımdı. İlerlerken acılarım biraz dindi. Düşüncelerime daldım ve nihayet üçüncü kontrol noktasına (33.2 km, Kutupayısı – Göreme) vardım. Su alıp kola içtikten sonra kafama su döktüm ve yoluma devam ettim. Hava iyice ısındı, önümde en sevdiğim bölüm vardı, Kızılçukur Vadisi…

kizil-vadi-nevsehir

dsc_0482
Fotoğraf: Salomon CUT

Bir ara kanyonun içinden geçerken köpeğin ağlamasını duydum, uzun merdivenden inemiyordu, bu köpek neredeyse başlangıçtan beri koşucuların peşindeydi. Aslında geri dönebilirdi ama ısrarla merdivenden inmek istiyordu ve sonunda becerdi. Bütün merdivenleri aşıp vadinin içinde koşmaya devam ettim, biraz beraber koştuktan sonra o başka bir patikayı tercih edip kaçtı. Aklıma Rusya’ dan gelen arkadaşımın geçen senedeki köpek kurtarma operasyonu geldi. Kızılçukur Vadisi’ ni geçtikten sonra uzun inişin sonunda dördüncü kontrol noktasına (43.7 km, Çavuşin) ulaştım. Su takviyesi yaptıktan ve kola içtikten sonra buz gibi suyu kafama döküp fazla vakit kaybetmeden yola devam ettim. “Evet, yarış şimdi başlıyor biraz çalışacağız”, önümde en sevdiğim tırmanış vardı.

14980716_667943410035139_1939185073578174505_n
Fotoğraf: Aykut Üstündağ

Sert bir çıkıştan sonra uzun iniş olacaktı. Tırmanışa başladığımda uzaklarda Alper’ i gördüm, çok şaşırdım, yolda gönüllü arkadaşlardan biri Alper’ in yakalanamayacak kadar uzak olduğunu söyledi, yakalamak amacım olmadığı için gülümseyip geçtim. Benim için güzel motivasyon oldu ama, tek solukta tepeye ulaştım, Alper hala baya uzaktı ama yakalanmayacak kadar değildi artık.

14910520_1212562178802190_1111104675590497181_n
Fotoğraf: Mehmet Yıldırım

İniş başladı. Ben son kontrol noktasına (50 km, Akdağ) yaklaşırken Alper ayrılıyordu istasyondan. Burada birinci istasyon hariç her kontrol noktasında yaptığım ritüeli yaptım: Su takviyesi, kola içme, jellerin ambalajlarını çöpe atma ve suyla serinleme. Artık buradan sadece 11 km kalıyordu. Parkurun bu kısmı 2 senedir bana çok zor geliyor, bitmek bilmeyen stabilize yol, bu sene de pek farklı olmadı, süründükçe süründüm. Güneşın altında kendimi çevirme tavuk gibi hisettim. Ben onları düşünürken Alper artık kol uzaklığındaydi, korkutarak arkasından yaklaştım. Biraz beraber gittikten sonra Alper çantadan bir şey alacaktı ben de: “Ben yavaş yavaş gidiyorum, yakalarsın” fırsat bu fırsat, kaçtım! “Arkadaş, yarış yarıştır, duygusallığa yer yok!” Şunu da bildirmek isterim, Alper’ e yarıştan önce: “Beraber koşalım” teklifim vardı ama cevabı: “Hayır” idi. “Kendi düşen ağlamaz!” Kendisi gayet iyi durumdaydı, kötü hissetseydi tabii bırakmazdım. Gerçi benim için de son kilometreler çok zordu. Yol hafiften yükseltip indiriyordu. Artık ayaklarım ve bacaklarım kaldıramaz hale geldi. Hep saatime bakıyordum: “Hadi bir Neşet Suyu turu kaldı” diyerek kendi kendimi kandırmaya çalışıyordum. Ayrıca son istasyona gelmeden önce Mehmet Yıldırım kadınlarda birinci gittiğimi söyledi, o ana kadar kaçıncı gittiğimden tam emin değildim, hem ortasından başlayıp hem de kaybolup önümde kaç kişinin koştuğundan tam haberim yoktu (yolda söyleyen olduysa pek aklımda kalmadı, kafam süzgeç gibiydi, sağ kulağımdan girip sol kulağımdan çıkıyordu). Yarşın son kilometreleri ne kadar zor geldiyse de bu saatten sonra pozisyonumu kaçırmak istemiyordum, bacaklarım birbirine dolanıyordu, ara sıra da arkama bakıyordum: “Alper’ den ne haber?” Bacaklarıma kum torbaları bağlanmış gibiydi, her sonraki adım bir öncekinden daha da zor geliyordu, her adım bacağımı bir vincin kaldırdığı gibi yavaştı. Ne kadar zor olsa da belli bir tempo tutturup, yavaş olsa da yoldaki hafif yokuşları koşarak ilerlemeye çalıştım. “Sağ sol, sol sağ” sayarak bu oyun ne zaman bitecek derken karşımda Aydın Abi’ yi ve Ceylan’ ı gördüm, meğerse burası 114 km koşucularının istasyonuymuş. Onların motivasyonları ile finişe kadar 3 km kaldığını öğrenince  (bir ara yanlışlıkla saatimin “Dur” düğümesine basıp aynı zamanda da yaklaşık 1.5 km kaybolduğum için mesafeyle ilgili tam emin değildim) sevinçten o kadar hızlandım ki etrafımdaki toz toprak havalara uçuştu, kendimi yarış başlangıcında gördüğümüz at gibi hissettim, hızlı, özgür ve deli! Ürgüp’ e girdikten sonra taşlı yol üzerinde daha da hızlandım, Ürgüp sokaklarında biraz dolaştıktan sonra önümde finiş takını gördüm.

dsc_5642_1680x1116
Fotoğraf: Salomon CUT
14825661_1788702844675004_853929152_n
Fotoğraf: Salomon CUT
14886349_1788702834675005_593513264_n
Fotoğraf: Salomon CUT

Finiş çizgisini nasıl geçtiğimi hatırlamıyorum, zıpladım mı, atladım mı. “Düzde duramıyorsun, bacakların birbirine dolanıyor, sen de artistik pozlar yaparak zıpla da düş şimdi” demek kalıyor. Hissettiklerim ise – MUTLULUK ve BİTKİNLİK. Bu kare hissettiklerimi sözlerimden daha iyi anlatacak sanırım. Apo, çok teşekkürler!

14718611_10154216465404132_5023695380705276927_n
Fotoğraf: Abdullah İnanç Duman / Bu fotoğrafta kendimi sudan çıkan kediye benzettim 🙂

Tam bu andan sonra sandalyeye oturup, Apo’ nun ısmarladığı koladan bir yudum içip ağladım. İlk kez yarıştan sonra ağladım, aslında çocukken yarışı kazanmadığım zaman da ara sıra ağalardım ama o başka :). TdG yarışının sonrasında dökülmeyen gözyaşları, son haftaların koşturmacalarının stresi, parkurun son acılı kilometrelerinin acısı – hepsini içimde tutmaktansa dışarıya bıraktım, ağlıyordum ama çok mutluydum. Görevimi tamamlayınca sonuçları kontrol ettim. Kadınlarda 1., genel klasmanda 11.

2016-10-28_20-04-54

Benden sonra Alper geldi, sarıldık ben de tekrar ağladım. Parkurda rakip olsak da bu adamla evlendiğim için çok şanslıyım, bu sürekli ağlayan hatunu başka kim kaldırabilecek ki? 😉 Yarış bitti, şimdi tek istediğim masaj ve bir malt içeceği, mutluluk küçük detaylarda saklı! 🙂

Bence organizasyon mükemmeldi, bir kusur bile bulamadım. Transferden tut bütün sunduğu hizmetleri çok iyiydi. Yarış öncesi ve sonraki yemekler, istasyondaki yiyecekler, masaj, finisher yeleği. Kesinlikle bu yarış dünya standartlarında gerçekleşiyor. Umuyorum ki seneye daha çok kişi gelip bu olağanüstü parkurda yarışacak. Gönüllü arkadaşlar çok iyi ve profesyonel. Galiba yarışta ilk kez mataralarımı gönüllülere teslim ettim :). Benim böyle takıntım var, hep kendim doldurmak isterim. Bu sefer o kadar ustalıkla elimden alıp o kadar güzel doldurdular ki neredeyse bütün istasyonlarda bu konuda kendimi onlara teslim etmişim. Çok içten ve çok yardımseverler, hepsine tek tek sonsuz teşekkürler ve kucak solu sevgiler! 

Teşekkürler:

Kusursuz organizasyon için başta Aydın Ayhan Güney’ e, Koray Bozunoğulları’ na, Kadir Usta’ ya ve bütün Argeus Tourism & Travel’ in muhteşem ekibine; Salomon ve bütün sponsorlara; müthiş yemekler için Kubilay Bozunoğulları’ na ve bütün Elai Catering çalışanlara; müthiş balon turu için Voyager Balloons’ a; harika fotoğraflar için parkurda bulunan fotoğrafçılara. Bu müthiş organizasyona kimin elin değdiyse herkese sonsuz teşekkürler!

Kolumuza yapıştırmak üzere yarış profili için UltraDergi CEO’ su Apo’ ya çok teşekkürler!

Malzeme desteği için Salomon Türkiye (Olgar Şirketler Grubu), saat desteği için Suunto Türkiye (Ersa Saat) ve sporcu destek ürünleri için vitamincomtr’ ye kocaman teşekkürler.

Ve tabii ki bütün katılımcılara tebrikler! 

_la30240
Fotoğraf: Salomon CUT

TOR DES GEANTS – Bölüm 2

Birinci bölüme buradan ulaşabilirsiniz

Cogne – Donnas (45 km 2698 D+)

Arkamızda 106.2 km kaldı, önümüzde 200 km’ den fazla mesafe var. Hareket zamanı geldi ve saat 00:33′ te karanlığa ve bol sürprizli maceraya düşünmeden atlıyoruz! Uykusuzluğa rağmen inanılmaz bir enerji var içimde, motivasyonumuz da çok yüksek, yolda ikram edilen kahveyi görünce keyfimiz daha da yerine geliyor! Ne harika insanlar, kahve kadar sıcacık bir destek ve motivasyon veriyorlar. Birer mis kokulu espresso içtikten sonra kahveden daha da yoğun olan karanlığa karışıyoruz.

img_4395

Önümüzde sürekli ışıkları ve yürüyen insanları görüyoruz. Kimi dinlenmiş haliyle yola çıktı, kimi de hiç uyumadan yola devam ediyor. Cogne’ den Donnas’ a kadar 45 km var, bir uzun çıkış ve upuzun bir iniş bizi bekliyor. 1531 m’ den 2827 m’ ye çıkıp sonradan ta 330 m’ ye ineceğiz. En hızlı geçtiğimiz bölüm, resmen uçtuk. Neredeyse bütün mesafeyi koşabildik, koşmadığımız tırmanışları çok hızlı bir şekilde çıkarak katettik. Gece hava iyice soğuyor, durup eldiven, kalın şapka ve kalın montlarımızı üzerimize giyiyoruz, kar soğuğu var o gece saatlerinde, yüzümü tamamen buff kapatıyor. Etrafımızdaki görüntü muhteşem. Alın fenerimi kapatıp yıldızlara bakıyorum, nefesim kesiliyor, nefes alırken bu muhteşem manzara içime sinsin ve ömür boyu kalsın istiyorum. Havada muhteşem sessizlik ve gizem var. Bir taraftan bir sürü koşucu geçiyor diğer taraftan burada yapayalnızım. Sadece ben ve yaşadığım an varoluyor bu gece saatlerinde. Bütün olanları derince içimde yaşayıp sadece ben ve Evren varız, başbaşayız. O kadar derin, duygusal ve aynı zamanda anlatılmaz o an hissettiklerim…Yarışın, yanımdaki insanların hiç bir şeyin önemi yok sanki. Birden mantık sesi beni gerçeğe döndürüyor, dağdayız ve donmamak için hareket etmem lazım. Düşüncelerime dalıyorum ve tek solukla Fenetre di Champorcher’ e (2827 m) ulaşıyoruz. Artık buradan sonra iniş olacak ve biraz sonra Rif. Dondena Dağ Evi’ ne (2151 m) dalıyoruz, soğuktan dağ evinin içine girince sımsıcak hava ile ve aynı zamanda o kadar da sıcak misafirperverlikle karşılanıyoruz. Sabahın köründe ve güneşin doğuş saatlerinde inanılmaz tatlı uyku üzerime basıyor, sandalyeye oturup birkaç dakikada gözlerimi kapatıp dinlendirmeye çalışıyorum, daha upuzun yolumuz var ve ne kadar buradan çıkmak istemesem de, bir şeyler yiyip, birer kahve içip, çantamıza birer muz takıp yolumuza devam ediyoruz. Gün hafiften doğmaya başlarken gökyüzü turuncu, sarı ve bordo renkleriyle boyanıyor, dağlar ve kocaman ağaçlar bu rengarenk resimde yapıştırılmış figürler gibi duruyor.

img_4400

Koşarak baya yol aldıktan sonra taşlı ve kök dolu patikaya giriyoruz (demek ki kasabaya inmek üzereyiz). Birazdan çan müziği kulağıma gelmeye başlıyor ve kendimizi Chardonney’ de (133.2 km, 1450 m) buluyoruz. Sıcacık çorba içtikten sonra TdG posterini imzalıyoruz ve istasyondan ayrılarak yeni güne merhaba diyoruz!

img_4398

Doğan güneşle birlikte biz de yeni güne yeniden doğuyoruz.

img_4402

Sabahın en sessiz saatlerinde bu olağanüstü parkurda ilerlemek bambaşka unutulmaz keyif veriyor. Nerede olduğunuzu ve kim olduğunuzu unutuyorsunuz, sadece siz ve doğa varsınız. TdG bize Aosta Vadisi’ nin en güzel yerlerini göstermeye devam ediyor, ama her gördüğümüz manzara, sergideki tablolar gibi, birbirinden daha güzel.

img_4410

img_4417

Masal kitabından canlanıp çıkmış gibi kasabalardan geçiyoruz. Devasa dağların ve müthiş doğanın sessizliği, onlarca nesil görmüş kasabaların ve yüzlerce sır taşıyan sokakların gizemi, kimler gelmiş geçmiş buralardan. Pontboset’ e (142.2 km, 791 m) ulaştıktan sonra ana istasyona kadar 9 km kalıyor. Bizi götüren patikalar sürekli çıkıp iniyor, sabahın erken saatlerinde zaman kavramı benim için komple kaybolmuş oluyor. Bir an kendi kendime hangi mevsimdeyiz ve hangi aydayız diye sormaya başlıyorum. Mantıklı düşünmeye çalışınca: “Yarış 11-18 Eylül arasında düzenlendiği için demek ki sonbahardayız”. Unutmuş olsam da doğa gözümün önünde harika bir sonbaharın resmini çiziyor.

img_4426

Bir ara Alperle ayrılıyoruz ve yokuş aşağı hızlıca inerken ormanın dibinde durduruluyorum, 2 “komiser” malzemelerimi kontrol edecek. Nazikçe yere bir bez serdikten sonra kramponlarım, fenerim, su geçirmez montum tek tek kontrol ediliyor, tebrik ve başarı dileklerini aldıktan sonra serbest bırakılıyorum ve biraz sonra kasabaya iniyorum. Saatler öğleye yaklaşıyor güneş ise yazın ortasındaki gibi yakıyor, bir an olsa da sonbaharda olduğumuzu şüphe etmeye başlıyorum. Günlerce 1000 m üzerinde irtifada bulununca 330 metrelere inmek biraz garip hissettiriyor, uzaydan inmiş gibiyim. Bütün sokakları dolaşıp nihayet Donnas’ a (151.3 km, 330 m) varınca planımız bir saat uyumak ama öğle saati olunca bütün geceyi ayakta geçirmemize rağmen hiç uykumuz yok. Yemeği alıp Alper’ i bekliyorum, o da birkaç dakika sonra istasyona varınca hemen hareket etmeye karar veriyoruz.

Donnas – Gressoney St Jean (54 km 6086 D+)

Çok fazla vakit kaybetmeden saat 12:00′ a doğru istasyondan çıkıyoruz ve buradan itibaren dizlerimde inanılmaz ağrı hissediyorum. Son etabı ve özellikle son inişi çok hızlı geçtiğim için şimdi onun hesabını ödemiş oluyorum. Aksi gibi Donnas’ tan çıktıktan sonraki rota bizi bütün etraftaki kasabaları dolaştırıyor, sürekli çıkıp tekrar iniyoruz sonra da tekrar yükseliyoruz, kaç kasaba dolaştığımızı artık hatırlamıyorum, güneş baya etkili ve artık bu olanlar bana gerçek gelmemeye başlıyor. Aynı çıkışlar ve inişler, aynı taşlı yollar ve meydanlar, bütün resimler birbirinin üzerine geçip karmakarışık bir tablo oluştu. Kendi kendime sorgulamaya başlıyorum: “Bu gerçekten yarış mı? Bütün kasabalarda neden dolaşıyoruz? Acaba en önde giden kişiler de aynı rotadan mı geçti yoksa sadece biz mi burada dolaşıyoruz?” Beynim sıcaktan dolayı erimeye başladı ve artık sağlıklı düşünemiyorum. Uyanık olup bir rüya yaşıyor gibiyim. O ana ait aklımda kalan tek resim: Bol bol üzüm bağları ve olgunlaşmış elmalar, bazıları dağlarda kalmış bazıları da toplanmış ve sepetlerde kaderini bekliyor, kokusu hala burnumda. Geçtiğimiz kasabaların karşılama ve destekleri müthiş, çan seslerinin müziği hala kulağıma geliyor gibi. Meyve ikramları ve kola ilaç gibi geliyor. Bir patika girişinde tabela görüyoruz: “Bir kaç metre ileride soğuk çeşme var.” Bir kilisenin yanında çeşmeyi bulup kafamı sokuyorum, mataralarıma buz gibi su dolduruyorum ve az olsa da kendime geliyorum ama yine de vücudumda bir damla enerji kalmamış gibi hissediyorum. Bütün geceyi ayakta geçirerek ana istasyonda en az yarım saat uyumamakla çok büyük bir hata ettiğimizi anlıyorum. Gece boyunca zaten bu hatanın bedelini ödemiş olacağız! Şimdi tek hedefimiz Sassa’ ya ulaşmak. Sürekli çıkıyoruz ve her virajdan sonra Sassa’ ya ulaşacağımızı umut ediyorum, her gördüğüm ev istasyon olsun diye dua ediyorum ama nafile. Artık bu yerin gerçek olup olmadığından şüphelenmeye başlıyorum ve oraya bir gün ulaşacağımız dair umudumu kaybediyorum. Ormanın içinde ilerliyoruz ve ağaçların altındaki gölgeli yemyeşil pamuk gibi yumuşacık çimler bana inanılmaz çekici gelmeye başlıyor. Birkaç kişi zaten gölgede serinliyor. Yarışın en sıcak anlarını buralarda yaşıyoruz. Alper: “Biraz dinlenelim burada, istasyona daha çok var!” Ben: “Hayır, Sassa’ ya varmak üzereyiz” diye inat ediyorum, halbuki bacaklarım artık hareket edemiyor, gözlerim kapanıyor. Nihayet ben de pes ediyorum ve bir kilisenin önünde uzanıyoruz. Yanımızdan sürekli birileri geçiyor, yerli bir çift bizim fotoğraflarımızı çekiyor, İtalyanca anlaşmaya çalışıyoruz, numaramızı ezberleyip sonradan bize fotoğrafları göndereceğini anlıyoruz. Anlaşılan burada dinlenmek imkansız, yineden yola konuluyoruz ve birkaç dakika sonra nihayet Sassa’ ya (164.9 km, 1305 m) ulaşıyoruz. Burada enerji depolarımızı doldurduktan sonra bir sonraki dağ evine kadar gitmeye karar veriyoruz, 4.4 km’ de yaklaşık 1000 metre irtifa kazanacağız. En güçsüz hissettiğim anlarımdan biri, hızlı gitmek istiyorum, gidemiyorum, önüme bir adım atıp öteye ilerleyemiyorum sanki. Yardımıma serin hava yetişti, hava soğuyunca ben de biraz daha iyi hissetmeye başlıyorum. Ne kadar yorgun olsam da etrafımdaki manzarayla büyüleniyorum.

img_4438

coda
Fotoğraf: Tor des Geants
29394258860_1a529d17b7_h
Fotoğraf: Tor Des Geants
29649779455_f6120107c8_h
Fotoğraf: Tor des Geants

Gün batarken Rif. Coda Dağ Evi’ ne (169.3 km, 2224 m) ulaşıyoruz ve öylece TdG’ nin tam yarısını bitirmiş oluyoruz! Harika yemeği yiyip bir saat uyumaya karar veriyoruz. Küçücük odada 2 tane ranzalı yatak var, bizle beraber 4 kişiyiz. Yastığa kafamı koymam ve: “Madam bir saat geçti” denmesi bir oldu, yarışın başlangıcından beri ilk kez gerçek anlamıyla uyuyabildim ve kısa olsa da beynim dinlenmiş oldu. Yemek yiyip: “Courmayeur’ de görüşürüz!” güzel dileklerini alıp TdG’ nin ikinci yarısına atlıyoruz ve saat 22:37′ de hareket ediyoruz. Bizler için en uykulu bölüm bu olacak. Kaslarımda hiç ağrı yokken dizlerimdeki ağrılardan dolayı çok yavaş iniyoruz. Zaman durup hiç ilerlemiyor, aynı yerde yürüyüp dönüyoruz sanki. Kapkara orman, patikalar, devasa dağlar, bir ara bir gölün ya da barajın kenarından geçiyoruz, suya kocaman ay düştü ve görüntü muhteşem, dümdüz parlak bir ayna gibi, rüya mı gerçek mi bilemiyorum. Her ahırı ve her evi görünce “Acaba istasyon mu?” diye düşünüyorum ama yol bizi yine kapkara gökyüzüne ve yıldızlara doğru götürüyor. Bir ara Alper ahırda uyumaya niyetleniyor, istasyona çok az mesafe olduğunu söyleyerek kendisini kandırıyorum. Harita ve navigasyon bende olduğu için istemezse bana inanmak zorunda kalıyor. Dağ evine ne zaman ulaşacağımıza dair benim de en ufak bir fikrim yok.  Zifiri karanlıkta arkamızda, önümüzde, sağımızda, solumuzda tepelerde her yerde ışıklar var, dağlar sporcularla doldu. Birazdan Rif. Balma Dağ Evi (2040 m) de göründü. Alper burada uyumak istediğini söylüyor ben de uyuyorum. Önce bir saat istedik ama bir saat o kadar çabuk geçti ki 30 dakika daha uyumaya karar veriyoruz. Kalktıktan sonra kafam davul gibi, burnum hiç nefes alamıyor ayrıca dilim de şişti, yemek yemekte biraz zorluk çekiyorum. Kendimi aynada gördüğümde ağlasam mı gülsem mi tam bilemedim, gözüm yüzüm şişti, o yandaki gölden çıkmış kurbağa gibiydim, acaba dağ gölünde kurbağalar bulunuyor mu o elbette başka bir soru. Bu kafamdaki abuk sabuk düşünceleri bir kenara bırakıp daha gündemdeki sorulara dönüyorum: “Kalan mesafeyi bu halimle nasıl katedeceğim?” Neyse bir şeyler yedikten sonra ve her zamanki gibi kahve içtikten sonra (bizler için artık her yerde bir şeyleri yiyip kahve içmek vazgeçilmez bir ritüel oldu) devam ediyoruz. Taşların üzerine geçip tırmanıp iniyoruz, belli zamandan sonra gün ağarmaya başlıyor. Ara sıra acayip uykumuz geliyor ve taş üzerinde 2 dakika oturup gözlerimizi kapatıyoruz. Nihayet güneş doğuyor ve inanılmaz manzaraya şahit oluyoruz, yanımızda bir koşucu var, etrafımızdaki dağlarla ilgili bize bilgi veriyor. Üçümüz bu benzersiz manzarayı sessizce paylaşıyoruz.

img_4444

İnerken çok uykum geliyor, bir an uyuya kalıp aşağıya doğru taş gibi yuvarlanacağımdan korkuyorum, küçücük bir istasyona varıp daracık kulübede 30 dakika uyumaya karar veriyoruz. Boşuna bu bölüme “en uykulu bir bölüm” dememişim. Olduğu gibi ayakkabıyla yatağa uzanıp hemen uykuya dalıyorum, benden daha mutlusu yok bu an, ondan eminim, eh belki Alperdir. Soğuk ve gürültü hiç rahatsız etmiyor. Kalktığımızda zombi gibiyiz. Dışarıda kocaman bir köpek, koşuculardan kalan yemekleri yiyor. Ateşte sucuğu kızartıp yedikten sonra yola koyuluyoruz, hava buz gibi. Dağın sırtını aşınca hava ısınmaya başlıyor, durup kıyafetin bir kısmını sırt çantama koyuyorum, zorlu ve taşlı bir çıkıştan sonra inişe geçiyoruz. Taşların üzerinde sekerek bir koşucu telefonla sohbet ediyor. Bulutlar yavaş yavaş toplanmaya başlıyor, demek ki yağmura hazırlıklı olmamız gerekir. Col della Vecchia’ yı (2184 m) geçtiğimizde yağmur kokusunu almaya başlıyoruz. Buradan Niel’ e doğru inmeye başlıyoruz, iniş bir türlü bitmiyor. Yolda antrenmana çıkmış bir koşucuyu görüp: “Niel’ e ne kadar kaldığını” sorup  yaklaşık 30 dakika kaldığını öğreniyorum. Uzaktan kasaba görünüyor ama yol bizi bir yaklaştırıp bir uzaklaştırıyor. Niel’ e asla ulaşmayacağız diye söylenmeye başlıyorum. Sanki çok yakında çan sesleri duyuyoruz, demek ki kasaba el uzaklığında, çok sevinip bir sonraki an hayal kırıklığı yaşıyoruz, ineklerin çanlarıymış onlar. Birden de şiddetli yağmur bastırıyor, yolumuzda birkaç kişi görüyoruz: “Hadi, Niel’ e geldiniz” müjdesini alıyoruz. Tam da o zaman Niel’ e (192.9 km, 1573 m) ulaşıyoruz. Başka bir şey görsem o kadar sevinmezdim. Şirin kafede istasyon var. Muhteşem etli makarnayı yedikten ve üzerimize bütün su geçirmezleri giydikten sonra bardaktan boşanırcasına yağan yağmura kendimizi atıyoruz. Bazı koşucular bize şaşkınlıkla bakıyor, yağmurun dinmesini bekliyorlar. Col Lasoney’ ye (2364 m) çıktığımızda yağmur komple durdu ama hava inanılmaz soğuk. Ana istasyona gelmeden önce harika küçük bir istasyon var, oradaki gönüllüler müzik ile bizi karşılıyor, oradan enerji ve motivasyon dolu ayrılarak yolda dağ keçilerinin dansını izliyoruz. Upuzun ve sonu görünmeyen taşlı ve bol köklü yol bizi Gressoney’ e (205.9 km, 1329 m) getiriyor, ana istasyona ulaşana kadar biraz asfaltta yürüyoruz ve benim için dönüm noktası başlıyor. Bütün söylediklerim ve kendi sesim bana uzaktan gelen eko olarak gelmeye başlıyor, kendimi uzakta gibi görüyorum. İstasyona girer girmez çantamı kapıp terapistlerden randevu alıyorum, yaklaşık 1.5 saat beklemem gerekiyor. Alper’ in su getirmesini istiyorum, istediğim ısıda su alamayınca çok kızdım ve Alperle yola devam etmeyeceğimi belirtiyorum (uyanınca kararımı değiştirdim elbette). “recovery” içeceği yutarken yarısı üzerime döküldükten sonra kaz tüyü montumu giyip bir saatlik uykuya dalıyorum. Daha bir saat geçmeden uyanıyorum ve hazırlanmaya başlıyorum. Yemeğimi yiyip çantamı karıştırıyorum, her şey karmakarışık. Sağnak yağmurun altında kaldığımız için baya ıslanmışız, eşyalarımı değiştirip sırt çantamı yeniden paketliyorum. Vakit su gibi akıyor, dışarıda da yağmur bir dakika bile durmuyor. Terapistlere gitmeden önce bacaklarımdan çamuru temizliyorum. Dizlerime bakıldı ve ciddi bir şey olmadığı sadece aşırı zorlamadan dolayı ağrı olduğu tespit ediliyor, dizlerime muhteşem bir şekilde kinezyo bandı uygulandı ve ondan sonra daha çok rahat ediyorum. Uygulayan profesördü anladığım kadarıyla, sonraki istasyonlarda terapistler, bu uygulamaları hayranlıkla inceledi. Fotoğraf çekmediğim için çok pişmanım ama o anda galiba en son aklıma gelen fotoğraflamaktı. Terapistlerden sonra kendimi güzellik salonundan çıkmış gibi hissederken Alper de beni arıyordu. Onu uyandırmak istemediğim için terapistlere gittiğimi bilmiyor ve etrafta beni arıyordu. Birbirimize kavuştuk. Bu istasyonda tekrar malzeme kontrolü yapıldı, birer espresso içtikten sonra gece 00:00′ a doğru kasabanın ıslak sokaklarına yeniden kavuşuyoruz.

Gressoney St Jean – Valtournenche (33 km 3187 D+)

Hava baya yağmurlu, kasabada biraz dolaştıktan sonra tırmanışa geçiyoruz, toprak iyice yumuşayıp çıkışımızı biraz zorlaştırıyor. Yolda güzel bir at görüyoruz ayrıca yol kenarında bir ev var, ışıklarımız oraya vurunca iki çift göz görüyoruz, kedidir. Rif. Alpenzu Dağ Evi’ ne (1788 m) gayet çabuk ulaşıyoruz , batonlarımızı dışarıya bırakıp sıcacık bir ortama girip yemek yiyoruz. Bu yarışta yemek bulduğunda kaçırmayacaksın çünkü bir sonraki mamaya ne uzaman ulaşacağın hiç belli değil, birkaç kilometrelik yol saatlerce sürebilir. Hayatım boyunca o kadar yemek yediğimi hatırlamıyorum. Col Pinter’ e (2776 m) fırtına eşliğinde ulaşıyoruz, yağmur, şiddetli rüzgar, ne ararsan hepsi var, önümüzü göremiyoruz. Sırtı aştıktan sonra hava biraz diniyor ama yine de yağmur yağıyor. Uzun bir inişten sonra küçük bir istasyona varıyoruz, orada biraz dinlenmeye karar veriyoruz. Biraz kendimize gelince inişe geçiyoruz, hava aydınlanınca yağmur artıyor. Sabahın erken saatlerinde her zamanki gibi inanılmaz uyku basıyor. Ağacın altına birkaç dakika oturacaktık ama mümkün değil, çok yağmur var. Nihayet kasabaya iniyoruz, yolda bir leğenin içinde üzüm var. Kim bıraktı bilmiyorum ama o erken saatlerde harika geliyor. O kadar uykum var ki yürürken gözlerimi kapatıp ayakta uyuyorum, Alper gülerek dürtüyor. Nihayet Champoluc’ a (221.8 km) ulaşıyoruz. Burada uyku için yer olup olmadığından emin olmadığım için yerlerde uyumaya razıyım ama gerek kalmıyor. O zaman hayal etmeyecek kadar şahane bir odaya yönlendiriliyoruz. Hani çocuk yuvasında öğle uykusu için odalar vardır. Aklıma çocukluğum geldi, öğlen yatırıldığımda hiç uyumak istemeyip hep yaramazlık yapardım. Şimdi böyle bir uyku için vermeyeceğim bir şey yoktu. Olduğu gibi yatağın üzerine yıkılıp bir saat uykunun ne kadar tatlı geldiğini anlatmak mümkün değil. Sonra hemen kalkıp çamurlu ayakkabımızı  giyip yağmurlu güne başlıyoruz.

img_4447

Her geçtiğimiz kasabanın aynı özelliği var, bol bol çiçek.

img_4449

Biz yağmuru yerken dağların zirvelerine kar yağdı, görüntüsü muhteşem. Geçen sporcularla gördüğüm zirvenin ismi hakkında konuşuyoruz.

img_4453

Tırmanışın sonunda çanların sesleriyle Rif. Grand Tourmalin Dağ Evi’ ne (2535 m) ulaşıyoruz.

nana
Fotoğraf: Tor des Geants

Gönüllülerin getirdiği harika minestrone çorbası ve makarna, üzerine meyveli salata inanılmaz iyi geldi, kaç bardak yediğimi hatırlamıyorum. Pencereden bakarken yükseklere doğru yürüyen insanlar görünüyor, küçücük karıncalar gibi tırmanıyorlar, ta oralara çıkacağız. Ama dağ evinden çıkmadan önce inanılmaz lezzetli dağ meyveleri ikram ediyor tecrübeli dağcı, aynı zamanda neredeyse bütün zirvelere yeniden kar yağdığını ve Col Malatra’ da bizi karlı bir geçişin beklediği bilgisini aldık. Tırmanışımız sonunda Col di Nana’ ya (2770 m) ulaşıyoruz.

img_4454

nana-1
Fotoğtaf: Tor des Geants. Biz geçerken hava o kadar güzel değildi ama 🙂

Buradan itibaren ana istasyona çok az kalıyor ama yine de baya vaktimiz alıyor. Yolda inanılmaz lezzetli frambuazı bulup baya vakit harcıyoruz. Valtournenche’ e (239 km, 1526 m) vardığımızda hemen çantamızı alıp terapistlerden randevu alıyoruz. Sıramızı beklerken yemeğimizi yiyoruz. Gönüllüler her zamanki gibi inanılmaz yardımsever ama bu istasyona ulaşanlar ne de olsa 239 km katetti ve baya yorgun, ondan dolayı daha da özenle yaklaşıyorlar. Kimi koşucu hareket edemiyor, onlara masaya kadar yemekleri getiriyorlar. Yemekten sonra bütün eşyalarımızı ayıklıyoruz, son iki gün yağmurun altında geçtiği için her şey o kadar ıslandı ki neredeyse kuru kıyafetimiz artık yok. Üzerimde termal içlik, polar, su geçirmez mont, su geçirmez pantolon, onlar üzerinde etek ve calf çorapları ile ilerliyordum, finişe kadar da bu şekilde devam edeceğim. Nasıl olsa üzerimde hepsi kuruyor, belli bir andan sonra “kirlinin” anlamı kayboluyor, yeter ki kuru olsun. Ayaklar sürekli ıslak olduğu için ayakkabı ne kadar rahat olsa da su topladı. Bu istasyonda Speedcross Pro’ yu Speedcross CS ile değiştirdim, birkaç sene kullandığım ve dağlarda çok rahat ettiğim bir ayakkabı. Ayaklarım tertemiz ve kupkuru ayakkabının içine girince yaşadığım duyguları anlatmak mümkün değil. Hepimiz sürekli daha fazlasını elde etmenin peşindeyiz ama mutluluk aslında küçük detaylarda saklı. Yolculuk için malzememiz hazır ve nihayet sıramız da yaklaşıyor. Dizimdeki sofistikeyle uygulanmış kinezyo bantlarım çok dikkat çekiyor, uygulama üzerinde konuşuyor, terapist parmaklarımı bantlarken birkaç dakika uyuyabiliyorum. TdG’ nin ikinci ve önemli kurallarından biri, fırsat bulunca uyuyacaksın. Sonra bir saat uyuyup istasyondan çıkmaya hazırlanıyoruz. Ne alacağım diye düşünürken bir gönüllü yardımıma koşuyor, lapa için sıcak su ve iki kahve getiriyor. Ne kadar teşekkür etsem azdır, o kadar yardımseverler ki. Saat 19:00 gibi istasyondan ayrılıyoruz, yaşlı bir amca bizi patikaya kadar götürüyor, çok duygulanıyorum ve gözlerim doluyor.

Valtournenche – Ollomont (48 km 4904 D+)

Alper’ le sohbete dalıyoruz ve kaybolmayı beceriyoruz, birkaç yüz metre yanlış gidip doğru yola dönüyoruz. Yol kasabadan patikaya dalıyor ve tırmanışa geçiyoruz. Bu gece çok zor geçecek, Serkan ve Sertan’ dan biliyoruz ki en zor bölümlerden biri ve çoğu zaman 2000 m üzerinde geçiyor. Haritada kısacık görünen mesafe bütün gecemizi alacak neredeyse. Bir ara önümüze bir sürü inek çıkıyor, yarış işaretlerini parçalayıp üzerinde yürümüşler, ahırda çalışanlar bize doğru yol gösteriyor. Rif. Barmasse Dağ Evi’ ne (2175 m) ulaştığımızda gece dağları simsiyah yorganla örtmüş bile, ara sıra bulutları bölerek yıldızlar bize gülümsemeye çalışıyor. Biraz et suyunu harika köy ekmeğiyle yedikten sonra yolumuza devam ediyoruz. Yükseklere tırmanırken hava iyice bozuyor, yağmur, sulu kar ve acayip rüzgarla Fenetre du Tsan (2738 m) bizi karşılıyor, pek de sıcak karşılama değilmiş, hava dehşet soğuyor. Bir an önce aşağıya inelim istiyorum ama ne mümkün, iniş çok sert. Yakında bir dağ evi olduğunu biliyorum ama ona bir türlü ulaşamıyoruz. Önümdeki her ışığı görünce seviniyorum sonra tekrar umutsuzluğa kapılıyorum. Nihayet oradayız. Neredeyse bütün dağ evlerinin böyle bir özelliği var, konum ve yapıdan dolayı kapıya gelene kadar onları göremiyorsun uzaklarda (gecenin karanlığından bahsediyordum), sonra birden karşına çıkıveriyor ve çok seviniyorsun. Rif. Magia Dağ Evi’ ne (2007 m) ulaştığımızda bir şey içip bir saat uyumaya karar veriyoruz. Çantamda kuru kıyafetten sadece tek bir polar kalıyor, onu giyip hemen kafamla beraber yorganın altına dalıyorum. Yemek yediğimiz yerde toplam 4 yatak var, giden gelenlere ve gürültüye rağmen uyuyup birer espresso içip geceye çıkıyoruz. Tırmanınca gözlerimize inanamıyoruz. Çevremizi devasa zirveler sarıyor, uçlarında ise pamuk şapkalar var, kar yeni yağmış ve beyazlığı büyülüyor, kapkara gökyüzü ile beraber olağanüstü bir görüntüye dönüşüyor, hareketsiz kaldım.  Yarış boyunca gördüğüm en mükemmel görüntülerden biri, hem büyüleyici hem de korkutucu. Zirvelerin üzerinde kocaman bulutlar uçuşuyor, manzarası ne kadar müthiş olsa da orada şimdi kopan fırtınaları düşünmek bile istemiyordum. Hem çekici hem de ürkütücü. Özellikle buradayken dağların devasalığı en iyi şekilde anlaşılıyor, bizler ise dağlar ve doğa karşısında ne kadar küçücük ve savunmasız olduğumuzu her hücremizle hissedip çok net anlıyoruz. Nereye baksak her tarafımızda ilerleyen ışıkları görüyoruz, demek ki bu dağları komple turlayacağız. Rif. Cuney Dağ Evi’ ne (2656 m) ulaştığımızda sıcak çay içiyoruz. Bu sabahın erken saatleri çok zor geliyor, uyumamak için bütün yöntemleri deniyoruz. Sabahın ilk ışıklarıyla tırmanacağımız son tepe uzaklardan görünüyor.

29089792763_53f0525366_h
Fotoğraf: Tor des Geants
cuney
Fotoğraf: Tor des Geants
cuney-1
Fotoğraf: Tor des Geants

Biv. Clermont’ a (2705 m) ulaştığımızda güneş doğuyor, daracık ve kalabalık eve girdiğimizde ısınmaya çalışıyoruz. İçinde yer yok, evin arkasında bir çadır var, orada 15 dakika dinlenmeye karar veriyoruz. Olduğumuz halde yorganın altına girince hemen uykuya dalıyorum, soğuktan uyandığımda saatlerce uyumuş gibi hissediyorum. Korkumla saatime bakıyorum meğer sadece 10 dakika geçti. Ben ise korkunç soğuktan uyandım, çadır içine sıcak hava üfleniyordu ama belli aralıkla kapanıyor anladığım kadarıyla işte o kapalı dönem bize denk geliyor. Tekrar eve girip dağcıların ikram ettiği et suyu üzerinde parmesan içtikten sonra kısa bir tırmanışa geçiyoruz,  Col Vessonaz’ a (2788 m) ulaşıp sonrasında upuzun bir inişe geçiyoruz.

img_4464

İniş güzel başlıyor ama ormana girişimizde kafamdaki film kopuyor, beynimin tasarruf moduna geçtiğini düşünüyorum. Bir sonraki istasyonumuz Oyace ve oraya kadar aslında fazla mesafe yok. Tabelada 2.5 saat süreceğini görüyorum (dağlarda sürekli tabelaları görüyoruz, hangi kasabanın yürüyerek kaç kilometre olduğunu gösteriyor). Ben: “Bu kadar sürmesi imkansız.” diyorum. Kendimi birden ciddi ciddi Kaçkar Dağları’ nda zannediyorum. Yolda bir koşucu görüyorum ve Oyace’ ye kadar ne kadar kaldığını sorduğumda adam 2.5 saat deyince bana karşı bir oyun oynadığına emin oluyorum, Alper de bu oyunun bir parçasıdır, ondan dolayı oyunun farkına vardığımı belli etmemem lazım. Benim için tek bir gerçek var :”Aslında yarış yok ve olanlardan hiç biri gerçek değil hepsi bir oyundur.” Saatime bakınca mesafe değişmiyor, ben kendi kendime: “Deniz (Ada) de oyunun içinde, bana bilerek mesafe ve  irtifayı göstermeyen bir saat verdi!” (şimdiden söyleyeyim Suunto Ambit 3 Peak mükemmel çalıştı, sorun kafamdaydı). Önümde İtalyanca yazan bir tabela görüyorum. “Durun, ben Türkiye’ deyim, neden İtalyanca yazar ki?” Bu da oyunun bir parçasıdır kesin. “Ben yarışta değilim, bu bambaşka bir parkur, bitmeyen bir oyundur, herkes bitirdi ben ise burada sonsuza kadar dolaşacağım.” Yere oturuyorum ve buradan hareket etmeyeceğimi söylüyorum, “Gelsin helikopter alsın beni”. Bu aralarda sis düşüyor ve yağmur başlıyor, tıpkı Kaçkar havası. Sonra kalkıyorum ve önümde bir sürü inek görüyorum, yanlarından geçip dönüyorum. “Bu inekler çok iri, Türkiye’ de böyle kocaman hayvanları görmedim.” Bir inek yarış işaretini çiğniyor, ağzından çubuk çıkıyor, o bana ben de ona bakarak duruyoruz. Sonra önümde iş makinesini görüyorum (traktör galiba). “Makineye binip öyle ineceğim” diyorum Alper’ e. Bu aralarda Alper bir şeylerin yanlış gittiğini anlıyor, ben onu anlayıp Alper’ i kandırmaya çalışıyorum. “Bütün yaptıklarım ve söylediklerim şaka” diyorum, nasıl da kurnazmışım. Bir ara beni kameraya çekiyor (SONY AS200VR), günler sonra o kaydı izleyince tam bir deli psikopatın yürüyüşü ve gülüşü vardı görüntüde. Ormanın dibine girince birkaç tanıdık koşucu görüyorum, daha önce parkurda beraber koştuğumuz kişiler. Onlar da bana hayalet ve gerçek olmayan insanlar gibi geliyor. Köklü patikadan iniyoruz çılgın dağ nehir müziğinin eşliğinde, kafamdan geçenler: “Ben herhalde uyuyorum, uyanmadan bu saçmalık asla bitmez. Uyuyorsam da kendimi neden o kadar bitkin ve yorgun hissediyorum? Dinlenmek ve uyumak için kendimi bu saçma sapan çemberden çıkarmam lazım kesin yoksa yorgunluktan öleceğim. Çemberden çıkmak için ya hızlanıp düşmem ya da nehrin soğuk sularına atlayıp kendime gelmem yani iyice silkelenmem lazım ancak bu şekilde  kabustan ve yorgunluktan kurtulabilirim.” Patikalarda hızlanmaya çalışınca ayaklarım taşlara ve köklere takılıyor. Her dönüşten sonra nihayet kasabaya ineceğimizi beklerken ormanın daha da dibine giriyoruz. Artık umudumu kaybedip işaret olmayan yerlere girmeye çalışıyorum ormandan bir an önce kurtulmak için, Alper de beni tekrar rotaya geri çeviriyor. Bu orman benim kabusum oluyor. Alper beni çıkışlarda itiyor, dirseğimden tutup bir rotada götürüyor, saatime bakıyorum ve nihayet kilometrenin değiştiğini görüyorum. Hangi anda olduğunu anlayamadım ama birden kendimi kasabada buluyorum, Alper de beni hala kolumdan tutuyor başka yere kaçmayayım diye. Kopuk filmden dolayı bu kısa yolda saatler kaybediyoruz. Oyace’ ye (274.4 km, 1463 m) girdiğimde sırt çantamı çıkarmadan kendimi yatağa atıyorum. Uyku hayaliyle girdiğim yerde öğreniyorum ki buradan en geç 12:00’da çıkmamız gerekir (normalde 13:30 olması gerekiyor ama herkes bir sonraki ana istasyona zamanında ulaşsın diye saati geri çekmişler). Varış saatimiz 11:oo gibi, demek ki buradan dinlenmeden çıkmamız lazım. Bunların hepsini Alper bana anlatırken hala neredeyiz, ne için buradayız ve niye hemen çıkmamız gerektiğini anlamıyorum. Yorganın altında yatarken kendi kendime: “Herkes niye İtalyanca konuşuyor acaba?” Herhalde kalkmam lazım ama kıpırdamam için bile bir damla enerji bulamazken nasıl kalkılır ki?” Son gücümü toparlayıp kafamı kaldırmayı beceriyorum ve TdG posterini görüyorum, kafamı sağa çevirdiğimde “Courmayeur’ e kadar sadece 60 km kaldı” yazısını görüyorum. Kafama bir buz kovası boşanıyor sanki: “Bu bir oyun değil, bu bir gerçek ve ben gerçekten bir yarıştayım. Acele etmezsem her şeyi mahvedeceğim, hem de 274 km koştuktan sonra.” Bulmacanın parçaları yavaş yavaş kafamda birleşmeye başlıyor ve dehşete kapılıyorum. “Nasıl yani o kadar bu yarışa hazırlandım, o kadar hayal ettim, buraya gelmek için inanılmaz çaba gösterip o kadar para harcadım, o kadar kişi beni takip ediyor bu kadar çabuk pes mi edeceğim şimdi, her şey yarısı bomboş istasyonda mı bitecek bu yağmurlu bulutlu sıradan gri bir günde?” Ben hepsini düşününce Alper geliyor, istasyon kapanmak üzere ve yiyeceklerinden fazla bir şey kalmıyor. Bir izotonik ve meyve bulup bana getiriyor. Bana baktığında: “Bu yarışı burada bitirebiliriz, hiç iyi görünmüyorsun doktora görünelim istersen tansiyonunu ölçtürelim” diyor “Yarışı boşver senin sağlığın en önemlisi.” Ben ağlayarak: “Nasıl yani, buraya kadar mı, hayır ASLA bu yarışı burada bırakmam ve pes etmem!” Üzerime bir buzlu kova daha dökülüyor sanki. Hem ağlıyor aynı zamanda da kendime çok acıyordum: “Hayır, olamaz, bu bir gerçek olamaz, onu yaşamamalıyım! Ben iyiyim, iyiyim, hemen çıkarız” diyorum. O an Alper’ i değil kendi kendimin gerçekten iyi olduğuma ikna etmeye çalıştım gerçi. Alper bana: “Hadi o zaman toparlan, gerekirse 149 saat 59 dakika olsa da bu yarışı bitireceğiz!” diyor. Ağlayarak tek nefesle gözyaşlarımla beraber izotonik içip sarhoş gibi lavaboya yürüyorum ve buz gibi suyla yüzümü yıkıyorum, iğrenç görünüyorum, kafamda hala bol bol Kaçkar sisi var ama en azından yarışta olduğumu artık çok net anlıyorum. Hemen gönüllülere koşuyorum ve tekrardan “cut off” zamanları teyit ediyorum. Yataklardan birinde kocaman siyah kedi yatıyor, bütün dünya umurunda değil, onu severken hala ağlıyorum ama o an biliyorum ki bu yarışı bitireceğim, o an yalnız bunu biliyorum. Fırtına gibi saat 11:45 gibi Oyace’ den çıkıp hızlı çıkışa başlıyoruz, birkaç dakika önce yorganın altında güçsüz yatan ben değildim sanki. O an beynimiz ve bedenimizin ne kadar kusursuz ve güçlü bir makine olduğunu bir kez daha anlıyorum. Bekle bizi Courmayeur! Col Brisona’ ya (2492 m) tek nefesle hızlıca çıkıyoruz, iniş için aynı şeyi demiyorum, çok sert. Hava biraz açıyor ve güneş bize gülümsüyor, yarışa devam edebilmek için güç bulduğum için içimde sevinçten çiçekler açıyor. Nihayet son ana istasyonumuza ulaşıyoruz. Ollomont (287.2 km, 1396 m), burası o kadar kalabalık ki, heyecan dorukta. Kimi hiç durmadan devam edip, kimi de son dakikaya kadar dinlenip “cut off” lara takılmadan devam edecek. Biz ise burada uyumaya karar veriyoruz, amca masamıza makarna getiriyor. Alın fenerimizi prize şarja takıp çadıra giriyoruz, burası da ana baba günü gibi ya da pazara benziyor, kalabalık, gürültü, koşucular, destekçiler her şey birbirine girdi. Vakit kaybetmeden üzerime kaz tüyümü giyip uzanıyorum, en fazla 30 dakika uyuyup hazırlıklara başlıyorum. Zaten vücut minimum gereken uykuyu alıp hemen kendine geliyor. Bir hafta boyunca hep alarm çalmadan önce uyanıyordum. Kısa hazırlık ve vazgeçilmez “ensure” lu yulaftan sonra istasyondan ayrılıyoruz. Oradan çıkarken birkaç kişi hala yatıyordu, onlara ne olduğunu merak ettim yarışa devam edecekler mi diye. Biz toparlanınca süpürücü (sweeper) ekip de hazırlanıyordu, onlara yakalanmak en fena kabustu biz de fazla oyalanmadan kaçıyoruz. Saat 18:31.

Ollomont – Courmayeur (50 km 4210 D+)

Artık finişin kokusunu alır gibi çok neşeli ilerliyoruz, sabah bana olanlar artık bir rüya olarak geliyor. Tırmanarak güneşin son ışığında manzarayı seyrediyoruz. Dolunay var, dağların arasında kıpkırmızı çember olarak doğuyor.

img_4474

Rif. Champillon Dağ Evi’ ni (2433 m) hızlıca geçip Col Champillon’ a (2709 m) ulaşıyoruz. Dağ evinde de Alper yürüyüşten dönen dağıcıların müthiş görünen yemeklerine sulanıyor. O an bütün dağ evlerini yürüyerek geçmeye karar veriyoruz bir gün. Onları konuşurken sert inişe geçiyoruz, hava iyice karardığı için temkinli ilerliyoruz. Bu arada bir hafta içinde 24 saat boyunca konuşmak için sürekli konularımız mevcut. Yolda küçük bir istasyonda polenta ve ızgara eti yiyoruz, bir sonraki istasyona kadar koşulabilecek bir rota var, biz de tamamını koşup kısa bir zamanda Saint-Rhemy en-Bosses’ e (308.6 km, 1519 m) ulaşıyoruz.

29612086622_cfcb64d42b_h
Fotoğraf: Tor des Geants

Önümüzde aşılacak bir tırmanış ve bir iniş kalıyor, biz de burada 2 saat uyumaya karar veriyoruz. Burada en lezzetli makarnayı yiyoruz, uyumak için müze olan bir yere giriyoruz, uzandım ama dizlerin ağrısından dolayı uyuyamıyorum. İki saat uçtu geçti ve saat 03:00 gibi yola koyuluyoruz. Tırmanış baya zor geliyor, sürekli uykum geliyor, bir sonraki dağ evine bir an önce ulaşmak istiyorum, ileride ışıkları görünce çok seviniyorum, yaklaşınca meğerse ahır olduğunu görüyorum. Biraz daha yol alınca Rif. Frassati Dağ Evi (317.4 km, 2537 m) çıkıyor karşımıza. İçinde inanılmaz kalabalık var ve en güzel kısmı Sahra Çölü’ nde beraber gönüllü olduğum Judy karşıma çıkıyor, burada da gönüllü! Bizi güzelce besledikten sonra bir yastık getiriyor ve olduğu gibi masa üzerine uzanıyorum. Ortalıkta görüntü gerçekten trajikomik, kimileri yerlerde, kimileri sandalyede, kimileri masa üzerinde uyuyor. En akıllıları odalara gitmişler. Biz de yaklaşık 30 dakika uyumaya karar veriyoruz.

screen-shot-2016-10-11-at-13-58-36
Fotoğraf: Alper Dalkılıç

Hava tam aydınlanmadığı için çıkmak istemiyorum. Yükseklik korkum olduğu ve çıkışın bir kısmı teknik olduğu için aydınlıkta çıkmak istiyorum. Dağ evinden çıktığımızda karlı masalda kendimizi buluyoruz.

img_4496

img_4494

Patikalar baya kaygan ve belli zamandan sonra kramponlarımızı takmak zorunda kalıyoruz, yoldaki görevli kramponları kontrol ediyor. Havada sürekli helikopter uçuyor.

img_4565

Nihayet günlerce hayal ettiğimiz Col Malatrada’ yız.

img_4500

img_4507
Fotoğraf: Alper Dalkılıç

Yarış boyunca Col Malatrada’ tan Mont Blanc’ ın harika manzarasını hayal ederken gerçek biraz farklı oldu, sisten dolayı bir adım öteyi göremiyoruz ama yine de muhteşem duyguları yaşıyoruz. Mont Blanc manzarasını görmek üzere TdG’ ye bir kez daha katılmaya karar veriyoruz.

29058254734_771bda97a1_h
Fotoğraf: Tor des Geants. Açık havada Col Malatra’ dan manzara

Ve yarışın son inişi bizi bekliyor.

img_4498

Malatra’ ya (319.4 km, 2325 m) ulaştıktan sonra kısa bir çıkış bizi bekliyor, ondan sonra artık Courmayeur’ un havasını soluyacağız.

29735794305_ee5b4812fe_c
Fotoğraf: Tor des Geants

Son istasyondan Rif. Bertone Dağ Evi’ ne (332 km, 1940 m) sadece 6 km kalıyor. Hepsi de yokuş aşağı, köklü patikadan inerken bu patikaları ve kökleri ne kadar özleyeceğimi düşünüyorum, aynı zamanda yolda şapkamı çıkarıp bir hafta su görmeyen saçlarımı düzeltiyorum, Alper ise bayrağı batona takmaya çalışıyor. Yolda bir sürü insan görüyoruz, yürüyüşçüler ve koşucuların destekçileri herkesi alkışlıyor ve tebrik ediyor! Courmayeur’ un sokakları da cıvıl cıvıl! Finişe doğru yaklaşırken çok farklı duygular yaşıyorum. Bir tarafım bir an önce uyumak için yatağa ulaşmak isterken diğer tarafım yarışın bittiğine üzülüyor. Kocaman bir hafta, hayat gibi gözümün önünden geçiyor. Şimdi koştuğum sokaklardan bir hafta önce yakan güneşin altında yüzlerce insanın alkışıyla ayrıldım, bir hafta boyunca anlatılmaz duyguları yaşadım ve şimdi tekrar bulutların eşliğinde yine yüzlerce insanın alkışlarıyla evime dönüyorum. Bambaşka bir insan olarak döndüm ve artık hiçbir şey eskisi gibi asla olmayacak. Kalbimin bir parçası TdG ve Aosta Vadisi’ ne aittir, aynı zamanda ben de yarışın ve vadinin bir parçası oldum. Finiş takından Alperle elele geçerken bir hayalimi daha gerçekleştirdim ve hayal edince her şeyin mümkün olduğunu kendime bir kez daha ispatladım. Mutluluğu dışarıda aramaya hiç gerek yok, mutluluk içimizde, onu anlamak için belki de 339 km koşup kendime doğru bu upuzun yolculuğu yapmam gerekiyordu. Kendimi keşfetmek için daha kaç kilometre koşacağımı bilmiyorum ama bu şahane müzik ve heyecan içimde devam ederken sahneden çekilmeyeceğimi biliyorum, şimdilik yalnız onu biliyorum…Peki sırada ne var? 😉

tor16_finisher-97
Fotoğraf: Tor des Geants

Teşekkürler: Değerli bilgi paylaşımları için Serkan ve Sertan Girgin, malzeme için Salomon Türkiye (Olgar Şirketler Grubu), saat için Suunto Türkiye (Ersa Saat), ulaşım desteği için Pegasus Hava Yolları, sporcu destek ürünleri için Vitamincomtr, bakım malzeme ürünleri için The Body Shop Türkiye ve görüntü desteği için Sony Actioncam.

Kullandığım bazı malzemelere göz atabilirsiniz.

Az kaldı unutacaktım! Bu da geleneksel tırnak eserleri… 🙂

14199592_1163608827030859_6099682988578273583_n

TOR DES GEANTS – Bölüm 1

Bazen sözler yetersiz kalıyor o zaman hissettiklerini fotoğraflar ile ya da resim yaparak ifade etmeye çalışırsın, o da yetersiz kalınca içinde sadece kendine saklamak istersin. Tor des Geants (TdG) Yarışı esnasında yaşadıklarım aynen bu şekilde, anlatmak istiyorum ama anlatılmıyor ki, çünkü o 147 saat 7 dakika ve 22 saniye esnasında yaşananlar o kadar özel ki kendine saklamak istiyorsun aynı zamanda o kadar değerli ki içinde tutamayıp bağıra bağıra anlatmak ve paylaşmak istiyorsun ki belki bir gün birine faydasını dokunur. Yarış ötesi bir tecrübeydi. Bir hafta içinde rengarenk, acısıyla tatlısıyla ve mutlulukla dolu bir hayattır! Benim içim bitmeyen bir yarış çünkü ömür boyu yaşadıklarımı unutmak mümkün değil, anlar hep kalbimde olacak…

2016-10-11_12-27-25
Yarış profili

TdG, Courmayeur’ de başlayıp müthiş Aosta Vadisi’ nde geçiyor (Valle d’ Aosta). Yarışın uzunluğu 330 km, irtifa kazanımı 24000 m+. Tek kelimeyle olağanüstü bir organizasyon, vadi o hafta bu yarışın ruhuyla yaşıyor. Baştan sona kadar her insanın, her kasabanın, her eski sokağın, vadideki her çiçeğin ve her bitkinin müthiş desteğini ve enerjisini hissediyorsun. Gönüllüler ah o gönüllüler…O bambaşka bir hikaye, bu yarışı sevgi ile dolduran gönül veren 2000 müthiş insan, dünyanın her köşesinden “sen koşabil” diye gelen insanlar. Yarışı bitirmen için ellerinden geleni yapan cesur gönüllüler. Biz orada koşalım diye bir hafta, 150 saat çalışan gönüllüler! Ya kasabadaki o insanlar ne kadar organizasyonu sahiplenmişler, moral ve destek vermek için olağanüstü çabalar! Yolda yorgunluktan değil, o ince hareketlerinden ve davranışlarından dolayı sık sık gözlerim doluyordu.

Cogne İstasyonun’ dan (106.2 km) çıktıktan sonra o müthiş insanların ikram ettiği mis kokulu kahve, gece saat 02:00′ ye geliyordu ve onlar orada bize destek vermek ve inanılmaz lezzetli kahveyi ikram etmek için saatlerce bekliyorlardı.

img_4395

Rif. Coda Dağ Evi’ nde (169.3 km, 2224 m) ilk kez 1 saat uyuyabildim (daha önce iki kere denedim ama olmadı), 3. gecemizdi ve kafam yatağa değer değmez hemen nazik bir ses duydum :”Madam, gitmeniz lazım, bir saat geçti!” “Nasıl yanı…?” Evden karanlığa çıkmadan önce: “Courmayeur’ da görüşürüz” demesi ve moral vermesi.

img_4439

Rif. Grand Tourmalin Dağ Evi’ nde (2535 m) tecrübeli bir dağcının kendi topladığı meyveyi ikram etmesi.

Valtournenche İstasyonu’ na (239 km) giderken yolda inanılmaz lezzetli frambuaz yedik, o kadar çok vardı ve o kadar lezzetliydi ki, cidden daha çok kalsaydık istasyona geç kalabilirdik. O noktadan sonra yaklaşık 100 km’ lik mesafe kalıyordu. Herkes o kadar ilgiliydi ki, 200 km koştuktan sonra sporcuların hallerinden anlayışı gönüllülerin gözlerinden ve tavırlarından okunuyordu. Gönüllü teyze yorgun yarışmacıya çorba götürüyordu. Ben de şaşkınlıkla bakıyordum neye başlayayım diye (yemek mi yiyeyim, çantamı alayım mı ya da ayaklarımı bantlatayım mı diye), yanıma gönüllü koştu ve yardımcı oldu her konuda. Yağmurlu havadan dolayı ayaklarım sürekli ıslaktı ve ayakkabı ne kadar rahat olsa da ayağım su topladı, terapist o kadar sevgiyle parmaklarımı bantladı ki, yardım ve meslek sevgisi budur demek ki. Terapist ekibi tek kelimeyle müthişti, inişlerde diz ağrılarım oluyordu, doktor o kadar ustaca kinezyo bantları uyguladı ki baya rahatladım. İstasyondan ayrılırken gönüllü amca bizi yola kadar götürdü, İtalyanca çok iyi bilmiyorum ama heyecanla ve tutkuyla söylediği motivasyon sözcüklerini anladım. Aynı tutkuyu paylaşıyorduk çünkü.

img_4460

Gece boyunca dağlarda ve tepelerde sürekli tırmanıp indikten sonra nihayet sürünerek güneşin doğuşuyla beraber Biv. Clermont Dağ Evi’ ne (2705 m) ulaştıktan sonra daracık bir odada muhteşem et suyu içine parmesan peyniri katılarak ikram edilmesi.

Yarışın 317.4 km’ sinde sabahın köründe Rif. Frassati Dağ Evi’ ne vardık, buz gibi havadan içeriye girince gönüllüler arasında tanıdık bir yüzü görmek unutulmaz bir şeydi. Judy ile beraber Sahra Çölü’ nde gönüllüydük, 4 sene geçti ve TdG’ ta, 2537 m irtifada buluşmak ne acayip bir duygu. Son tırmanışa başlamadan önce 15 dk uyuyacaktım, aynı zamanda havanın aydınlanmasını istedim, yükseklik korkum ara sıra ağır basıyor ve bu tırmanışın bir kısmı teknik olduğunu bildiğim için aydınlık havada geçmek istedim. Bedenim zaten bıraktığım halde uyumaya razıydı, oradaki insanların da durumu pek farklı değildi, kimileri masanın üzerinde, kimileri sandalyede uyuyordu, kimileri de akıllıca davranarak yataklara uzandı. Masanın üzerine ellerimin üstünde uyudum, konfor ne ki zaten 1 hafta içinde bu şartlara uyduktan sonra bu kelime anlamsız gelmeye başlıyor…Judy bir yastık getirdi ve böylece yarıştaki son 15 dk’ lik uykum unutulmaz oldu!

Orada koşarken evimden 1000 lerce kilometre olmama rağmen kendimi tam anlamıyla evimde hissettim. Bir hafta boyunca orası benim evimdi ve evine her zaman dönmek istersin, ben de mutlaka oraya bir kez daha döneceğim! Yarışın başlangıcından beri kafamda sürekli dönen: “Bir insan bu yarışa nasıl defalarca katılabilir?” sorusuna yarış boyunca cevabı buldum: “Bu yarışı koştuktan sonra nasıl tekrar dönmek istemezsin ki?” Yarış değil çünkü hayatın kendisidir.

2016-10-11_13-10-01

Müthiş bir yolculuk ve herkes dağlarda birbirine benzemeyen TdG hikayesini yazıyordu, hepimizin tek bir ortak noktası vardı: Mücadele. Uykusuzluk, yorgunluk…Finişe 6 km gelmeden yarışı bırakanlar oldu, o insanların yaşadıklarını tahmin etmek mümkün değil. Yarışmaya başlayan 765 kişiden 446 tanesi bitiş çizgisine ulaşırken 317 kişi yarışı terk etti, 2 kişi de diskalifiye oldu. Bu yarışı 147:07:22 sürede yaklaşık 10 saat uyku ile bitirebildiğimiz için çok mutluyuz ve çok şanslıyız. Sonuçlara baktığımda koşulan mesafe 339 km, irtifa kazanımı ise 30908 m idi, biraz fazla koşmuşuz galiba.

2016-10-04_22-51-07

Herkesin hikayesi ne kadar farklı olsa da daha önce tanımadığı insanlarla aynı patikaları, aynı zirveleri ve aynı hayalleri paylaşıyorsun. Belli tempoyu rota üzerinde tutturunca sürekli aynı kişileri görüyorsun, onlarla arkadaş gibi oluyorsun. Ya sen arkada kalıyorsun ya da onlar ama tekrar birbirini görünce seviniyorsun. Arkadaş gibi sohbet edip moral veriyorsun ve tabii ki ara sıra gülüyorsun.

Koşucu 1: Ben sizi gördüğümde siz hep konuşuyorsunuz, nasıl o kadar konu buluyorsunuz?

Biz: Konuşmazsak ayakta uyuruz herhalde, ondandır :)!

Koşucu 1: Siz hallüsinasyon gördünüz mu? Ben taşların üzerinde Çin yüzleri gördüm!

Biz: Görmez olur muyuz? (Gördüklerime ayrı bir bölüm ayıracağım, tek bir paragrafa sığmaz)

Koşucu 2: Ben sizi gördüğümde siz hep gülüyorsunuz :)?

Biz: Başka çaremiz yok ki, kendi isteğimizle ve irademizle buralara geldik!

Yarış bittikten sonra ödül töreninde dereceye giren sporculardan sonra finişer tişört almak üzere yarışı bütün bitiren sporcular tek tek isim söylenerek çağrılıyor sahneye, yarış direktörü ve yetkilileri herkesi tek tek tebrik ediyor, derece elbette önemli ama onlar için bu zorlu yarışı bitiren herkes bir kahramandır, zamanı 149:59:59 olsa da.

tor16_day8_finicher_ph-jeantet-stefano-5-1
Fotoğraf: Tor des Geants

Hatta yarışı bitiremeyenler de cesaret için tebrik ediliyor. Finiş çizgisini geçince çok farklı duygular içindeydim, bir tarafım “Evet yarış bitti” diye seviniyordu diğer tarafım da “Bu macera bitti” diye üzülüyordu, finişte kesin ağlacayacağımı düşünürken içimde hem inanılmaz sevinç hem de inanılmaz hüzün varken yorgunluktan dolayı ağlamaya halim kalmadı. Bitişten sonra akşam kocaman 4 peynirli pizza, yerli etler ve peynirler, 1 litre müthiş rose şarap sonrası da anlatılmaz lezzette tiramisu ve kokusu hala burnumda olan kahve, sonrasında da bir hafta sonunda en az 10 saat ayrılmamak üzere yastıkla ve yatakla kavuşma. Bu uykudan daha güzel bir şey hayal edemiyorum. Hele de bir hafta sonra nihayet duşla kavuşma hem de Valle d’ Aosta’ nın çiçeklerinin müthiş kokulu duş jeli ve şampuanıyla. Normal hayatta bu tür detaylara önem vermezsin belki ama bu tür yarışlardan sonra algısı kat ve kat daha da artıyor, kuru bir yerde yatay pozisyonda olduktan sonra hem de temiz olunca senden daha mutlusu yok. Elbette yarış boyunca duş imkanımız vardı ama belli bir noktadan sonra “kirli” kelimesinin önemi kalmıyor, aynı kıyafetle koştum, yattım, kalktım. Yarış biter bitmez otel rezervasyonumuz yoktu çünkü bizler için yarışın ne zaman biteceği bilmiyorduk. Finişe yakın ilk gördüğümüz bir otele girdik, çok şirin bir yer. İnanılmaz yardım ve ilgi o kadar iyi hissettiriyor ki ve bütün yorgunluğu alıyor. Sırf bu yerlere dönmek için kesinlikle yarışa döneceğim, aslında kışın da gelmek lazım burasını karın altında düşünemiyorum, masalsal bir yer. Her köşesinde TdG’ ın varlığı hissediliyor. Müthiş pizza ve kahve kokusuyla beraber her hücrenle o yarışın kokusunu ve enerjisini hissediyorsun. Yarıştan sonra gezerken ekmek ve kurabiye satan bir yerde böyle bir yazı görmek nasıl olabilir: “TdG bitirenlere küçük hediye var”.

thumbnail_p1100739

Ben içeriye girmeye biraz çekindim, Alper beni “Gel bakalım” diye cesaretlendirdi. İçerideki kadın çok sevindi ve mis lezzetli kurabiye ikram etti ve asılmış TdG posterine imza atmamızı istedi. Bu bir gelenek oldu sanırım, yarış boyunca geçtiğimiz istasyonlardan ve dağ evlerinden geçerken herkes postere imza atıyordu.

thumbnail_p1100741

Bakkalda peynir ve yöresel yoğurt alırken sahibiyle yarış hakkında sohbet edilmesi. Valle d’ Aosta’ nın insanları bu yarışa ruh katıyor TdG ise Valle d’ Aosta’ nın bütün güzelliklerini ortaya çıkartıp bizlere gösteriyor.

O kadar uzun anlattım istedim ki hissettiklerimi siz de hissedin! O kadar anlatacaklarım varken anlaşılan bu tek bir rapora sığmayacak. En sevdiğin yemeği yemek gibi yavaş yavaş damağımda tadını hissederek anlatmak istiyorum bu hayatımın hikayesi. Bu hikaye tek bir seçimle başladı. Serkan ve Sertan Girgin’ in kendilerinin Tor des Geants hikayesini anlatmasıyla. Bu yarışmaya kesinlikle gitmem lazım düşüncesiyle bu şekilde kendi hikayemi yazmaya başlamıştım bile! Serkan ve Sertan TdG’ yi iki defa koştular ayrıca bu sene UTMB’ den 1 hafta sonra 4K yarışını koştular (TdG rotası ile hemen hemen aynı sadece ters yönde ve start-finiş noktası Cogne’ de).

thumbnail_p1100597
Serkan’ dan değerli notları alırken

Hazırlık dönemi

Hazırlık dönemi bölümünü aslında eklemek istemedim çünkü hepimiz farklıyız, bedenimiz farklı, herkesin farklı program ihtiyacı var, ben de sene başında bu yarışa karar verdiğimde antrenörle çalışmaya karar verdim. Haftalık mesafem 100 km.yi geçmiyordu, yanına bol bol güçlendirme hareketleri (kendim ağırlığımla), bol bol batonla çalışma (bazen birkaç gün yataktan zorla kalkıyordum), sırt ve karın kaslarını güçlendirme ve bisiklet. Yarışa hazırlanmak için birkaç dağ yarışı ekledik. Benim için bu formül çok iyi çalıştı. Ne kas ağrılarım oldu ne de sorun yaşadım yarış boyunca, sadece aşırı fazla iniş olduğu için dizlerimde ağrı oluyordu onu da kinezyo bant uygulamasıyla tamamen çözdüm sayılır. Aynı zamanda dağlarda teknik inişleri geliştirmem gerektiğini gördüm. Doğal olarak vücut yarış esnasında dinlenemiyor ama yarıştan sonra ağrılar geçti. Yarış haftasında tamamen dinlenerek ve bol yemek yiyerek geçti.

Yarış hakkında bilgi

Yarış boyunca 6 tane ana istasyon var (Life Base) ve çok sayıda küçük istasyon ve dağ evleri var.

Ana istasyon ve aralarındaki mesafeler.

  • Courmayeur – Valgrisenche:                 50 km 4747 D+
  • Valgrisenche – Cogne:                             58 km 5082 D+
  • Cogne – Donnas:                                       45 km 2698 D+
  • Donnas – Gressoney St Jean:                 54 km 6086 D+
  • Gressoney St Jean – Valtournenche:   33 km 3187 D+
  • Valtournenche – Ollomont:                   48 km 4904 D+
  • Ollomont – Courmayeur:                        50 km 4210 D+
img_4347
Hayatta kalma çantası 🙂

Her yarışçıya efsane sarı çanta veriliyor, çantaya hafta boyunca kullanılacak malzeme koyabiliyorsun. Elbette zorunlu malzemeler her zaman yanında olacak: Yağmurluk, termal içlik, sıcak tutacak kıyafetler, kramponlar, iki termal battaniye vs. zorunlu malzemeler sürekli yanında olmalı ve onlar her an en beklenmedik yerde kontrol edilebilecek. Yarış kiti almadan önce kontrol ediliyor ve sistem çok enteresan, kura ile üç kağıt çekiyorsun orada ne yazıyorsa onu kontrol ediyorlar. Yarış esnasında ben iki kere kontrol edildim. Biri aşırı yağmurda istasyondan çıkarken özellikle yağmurluk ve su geçirmez alt katman kontrol edildi. İkinci kez yokuş aşağıda neşeli koşarken beni iki “komiser” durdurdu, nazikçe yerlere bir kağıt serdiler ve gerekli malzemeleri kontrol edip başarı dilediler. Ayrıca buz ve kar olan Col. Malatra (2936 m)  tırmanışında görevli dağcı belli bir noktada herkesin krampon giymesini kontrol ediyordu, krampon olmadan tırmanış çok tehlikeliydi gerçekten.

img_4488
Col. Malatra’ ya giderken
img_4490
Hayat kurtaran kramponlar 🙂

img_4496

img_4500
Col. Malatra 2936 m

Evet nerede kalmıştık, bu çantayı 6 ana istasyonda alabiliyorsun, istasyondan çıkınca onu geri verip bir sonraki istasyonda alıyorsun. Ana istasyonda duş, masaj, yemek ve uyku imkanları mevcut, orada istediğin kadar uyuyabiliyorsun (cutt off’ lara takılmadan, belli zamanlarda girip belli zamanlarda oradan çıkmak zorundasın, genelde giriş-çıkış arasında 2 saat var, yarışçı gelip dinlenebilsin diye). Dağ evlerinde ve bazı küçük istasyonlarda da uyku imkanları var ama orada genelde en fazla 2 saat uyuyabiliyorsun, kural böyle. Yatak olmayan istasyonlarda da sıkıntı yaşamıyorsun, o kadar yorgunsun ki, vur kafanı masaya ve uyu :). Yolda gece taş üzerinde birkaç dakikalık uykumuz bile vardı. Ayrıca yatmadan önce görevli kaçta kalkman gerektiğini soruyor ve zaman dolunca seni uyandırıyor. Genelde yastığa kafanı koyman ve uyanman an meselesi. Yemek, o ayrı bir hikaye, tek kelimeyle ben böyle bir şey görmedim! Çorba çeşitleri, pasta, risotto, et ve peynirler, çok lezzetli kurabiye, ana istasyonlarında şarap ve bira vardı bile. Bir istasyonda polenta (lapa türü) ve inanılmaz lezzetli et ızgarası vardı. Koşmak zorunda kalmasaydık tam All Inclusive 7 yıldız :).

Yarış başlangıcı resmen şenliğe dönüşüyor, birkaç km Courmayeur içinde koşuyorsun ve bütün halk, destek için dışarıda, çanlar eşliğinde coşuyorsun.

29496685782_deb71506f8_h
Fotoğraf: Tor des Geants

Courmayeur – Valgrisenche (50 km 4747 D+)

Ormanda daracık patikaya giriyoruz, herkes sırayla yükseklere tırmanıyor. Çoğu insan temkinli gidiyor yol çok uzun çünkü. 1224 metreden 2571 metrelere kadar tırmanıp Col Arp’ den müthiş manzaraya şahit oluyoruz, ayrıca yukarıda bir sürü destekçi var, herkes alkışlıyor ve motive ediyor, o enerji dalgası bizi daha da güçlendiriyor. Acele etmeden La Thuile’ e  (18.6 km) iniyoruz, istasyona gelmeden önce hem patikada hem de yollarda o kadar insan var ki desteklerinden etkilenmemek mümkün değil. Bir iki lokma yiyip fazla vakit kaybetmeden yolumuza devam ediyoruz, hava iyice ısındı önümüzde uzun bir tırmanış var.

img_4356

Yolda Olga’ yi görüyoruz, o da küçücük bebeğiyle buralara gelip kocasına destek veriyor!

14344084_751452994994539_8075797165980828116_n
Fotoğraf: Olga Gavrilova

Tekrar patikaya girip yolda bir sürü tırmanan ve inen turist görüyoruz, bir sürü insan, kim, çocuklarıyla yürüyor, kimleri de köpeklerle. Hiç bir yerde o kadar çok köpekle beraber tırmanan görmedim!

img_4362

Yarış esnasında fotoğrafları çekmeye sevmeyen biri olarak bu yarışta bol bol fotoğraf çekeceğime dair kendime söz veriyorum, şimdi tek bir pişmanlığım var, keşke yanıma kamera alsaydım ve daha çok fotoğraf çekseydim, manzaralar olağanüstü! Rif. Deffeyes’ yi (2500 m) geçtikten sonra Passo Alto’ ya kadar tırmanış bizi bekliyor, 2857 metrelere kadar çıkacağız.

img_4365
Rif. Deffeyes’ e yaklaşırken
img_4369
Passo Alto’ ya doğru giderken

Tırmanıştan sonra baya teknik bir iniş bizi bekliyor, burada ta Mart ayında burkulmuş ayak bileğim sızlamaya başladı. Aslında uzun zamandan beri sorun yaşamadım ve bir sürü yarış koştum, aynı zamanda ayağımı güzelce bantladım, büyük ihtimal psikolojik olarak korku vardı, “Ayağıma bir şey olursa yarışa nasıl devam edeceğim”, bu nedene bağlıyorum, vücudu çok fazla dinlemeye başlıyorum. Bir sürü insana yol verip dikkatlice iniyoruz. Hava biraz kapanmaya başladı, yağmur da kendini çok bekletmedi, üşümeye başlayınca hemen üst katmanımızı giyip yolumuza devam ediyoruz. Kısa bir yağmurdan sonra rengarenk gökkuşağı ile ödüllendiriliyoruz! Manzara unutulmaz.

img_4373

Ana istasyona gelmeden önce son zorlu tırmanışa geçiyoruz, kayalar üzerinde ipli geçiş var, tam da benim sevdiğim gibi. Ara sıra yükseklik korkumla tekrar ve tekrar yüzleşmek zorunda kalıyorum, yağmurdan dolayı kayalar iyice ıslandı ondan dolayı çok dikkatli tırmanıyoruz, her adım sonsuz sürüyor gibi. Col Crosatie’ ye (2829 m) varınca kendimi inanılmaz mutlu ve rahatlamış hissediyorum.

img_4376

29592295866_5d05b99d01_h
Fotoğraf: Tor des Geants

Ama elbette onu inişi de var. 2013 yılında bu inişte bir sporcu hayatını kaybetti ve orada onun için bir anıt yapıldı. Hayatın ne kadar kırılgan olduğunu hatırlatırcasına bekliyor…

Planaval’ a (43 km) kadar baya uzun bir iniş var, kara bulutlar güneşi tamamen saklayıp gökyüzünde acayip resimler çiziyor, hava yavaş yavaş kararmaya başladı, hemen fenerimizi takıp yolumuza devam ettik. Planaval’ a indiğimizde ana istasyona kadar yaklaşık 7 km kalıyor. Yol da nadiren düz yollarında biriydi nihayet koşabiliyoruz, saat 22:29′ da Valgrisenche’ ye (50 km) ulaştık.

Zaman su gibi akıyor sözü tam da ana istasyonda geçen zamanı hakkına, bir girdin, çıkışta bakıyorsun kaç saat geçti, özellikle sonlara doğru girer girmez inanılmaz durgunluk üzerimize çöküyor, hareketler de “slow motion” haline dönüşüyor!

Aslında bu istasyonda uzun dinlenmek planımız yoktu ama maalesef evdeki hesap çarşıya uymuyor. Bileğimdeki sızıyı dinleyerek mola kararı alıyoruz. Yemek yedikten sonra hemen çantamızı alıp görevli tarafından bir odaya yönlendiriliyoruz, bir saat uyku için alarmı kurduk ama uyumak ne mümkün! Her yerden acayip ses ve gürültü geliyor. Anlaşılan çok yorgun da değilim o zaman, ilerleyen günlerde masa üzerinde uyuyacak kıvamına geliyorsun neredeyse, yanında orkestra çalsa da uyku bozulmaz. Tabii ki bu konuda tecrübesizliğim de var, hayatımda ilk kez yarışta uyumaya çalışırken heyecandan dolayı uykuya bir türlü dalamıyorsun. Birkaç gün sonra bu konuda tecrübe edinip hem gürültüde uyumaya alıştım hem de uyku için dağ evleri seçiyorduk (daha az kalabalık diye). Organizasyon elbette ana istasyonlar için en uygun yeri bulmaya çalışıyor, bazı yerlerde yer sıkıntısından dolayı uyuyacak yerler ortak kullanım alanlarına çok yakın olduğu için gürültüden kurtulamıyorsun ama bazı yerler de çocuk yuvasındaki yatak odaları gibi huzur ve sessizlik dolu. Önce de dediğim gibi gece ortasında uyku gelince dağdaki taş bile gayet çekici görünüp sürekli geçen sporcuları hiç rahatsız etmez. İlk uyku denememize dönünce yuvarlana yuvarlana bir dakika bile uyumayıp Alper’ i uyandırıyorum. Beyin bir dakika bile dinlenmemesine rağmen uzanmak çok iyi geldi ve bileğimdeki sızı geçti. Çabucak toparlanıp çantamızı teslim ediyoruz ve kısa bir yemekten sonra dışarıya çıkıyoruz. Yarış boyunca istasyondaki yemekler hariç kendim için harika bir formül keşfettim, yulafı “Ensure” ile karıştırıp sıcak suyu ekliyorum, inanılmaz bir besin oluyor. Antrenörüm günde en az bir defa mutlaka yulaf yemem gerektiğini söyledi ve bana inanılmaz yaradı. Benim için o kadar zorlu yarış için en büyük korkum midem ile sorun yaşamak. Birkaç mide kanaması geçiren biri olarak (üçü de üç farklı yarışa denk geldi maalesef) hiç ama hiç midemle sorun yaşamamak bu yarışta harika oldu. Elbette iki seneye yakın farklı tedavileri denedim ve faydasını gördüm, ayrıca bu yarışta inanılmaz iyi beslendim, hiç aç kalmadan bol bol yemek yedim.

Valgrisenche – Cogne (58 km 5082 D+)

Maceramız devam ediyor, 01:26′ ta istasyondan ayrıldık. 3 kocaman saat nereye kayboldu aktı anlayamadık, hani dedim vakit akıyor su gibi. Uyumasam da uzanmak çok iyi geldi. Çıkmadan önce içtiğim nefis espresso beni baya canlandırdı. Önümüzde 3 büyük tırmanış vardı: Col Fenetre (2854 m), Col Entrelor (3002 m) ve yarışın en yüksek  noktası Col Loson (3299 m). Benim için hem fiziksel hem de zihinsel olarak en sancılı bölümdü. Sürekli tırmanıp iniyorsun, bazı tırmanışları ve inişleri baya teknik. Zig zag şeklinde zirvelere götüren patikalarda sürünürken en çok bu etapta söylendim: “Bir daha asla bu tür yarışlara katılamam”, “Burada ne işim var” diye söylemekten yoruldum. İstasyondan karanlığa çıktığımızda baya neşeli koşarak yolumuza devam ettik, ta ilk tırmanışa kadar, zifiri karanlıktan dolayı etrafımızda hiç bir şey göremedik, Rif. Chalet de l’ Epee Dağ Evi’ ne (2366 m) vardığımızda bir sürü insan oturarak uyuyordu, ikram edilen harika kahveyi içtikten sonra tırmanışa devam ettik. Col Fenetre’ den sonra çok sert inişe geçtik, baya yavaşlamak zorunda kalıp bir sürü hızlıca inen insana yol verdik. Hayranlıkla yollarını izledim. Özellikle burada anladım ki fena tırmanmıyorum ama inişleri çok çalışmam lazım çok. Uyku için en tatlı saatler olan 06:48′ de Rhemes’ e (65.6 km) ulaştıktan sonra 15 dk uyumaya karar veriyoruz çünkü gözlerimiz kapanıyor. Kafayı masaya bir vurdum 1 saniye gibi 15 dk geçti, gerçekten uyuyup uyumadığımı ben de anlamış değilim, hızlıca bir şey yiyip tırmanışa geçiyoruz, sabah saatlerinde hava buz gibi. Yarı uyanık yarı ayık halde dağa çıkıyoruz ama ne uykum var anlatmam mümkün değil, hareket etmeye halim yok resmen, o kadar yavaş gidiyoruz ki tek adım atmak sanki saatlerce sürüyor, hava iyice aydınlanınca kendimize geliyoruz ve biraz hızlanıyoruz. Gördüğüm güzelliklerle de büyülenmemek ne mümkün! Tepeleri pamuk bulutlar ile örtüldü, yumuşacık görünüyor tam da evdeki yorgan gibi: “Hadi kendine gel” diyorum. “65.6 km koştuk, önünde daha 300 km yakın mesafe var bu yatak, yastık yorgan hayallerini unutursan senin için daha iyi olur!” Yemyeşil dik duran ağaçlar der gibi: “Kendi düşen ağlamaz!” Ara sıra Alperle evde kalan kediler hakkında konuşuyoruz, bir şeyler konuşmak zorundayım yoksa ayakta uyuyacağım.

img_4378

Tırmanışımızın kaç saat aldığını şimdi hatırlamam mümkün değil ama ömür boyu gibi geldi, elbette ara sıra taşların üzerinde dinlenme hakkımızı kullandık. Tırmanıştan önce son teknik bölümü geçerek nihayet Col Entrelor’ deyiz.

img_4382
Col Entrelor inişi

Zirveden sonra görevli bir şeyler ikram ediyor. Hemen hemen çoğu zirveden sonra helikopterle indirilmiş kutu şeklinde noktalar vardı orada da görevliler bekliyorlardı (konum müsaitse). Upuzun bitmeyecek gibi görünen inişe geçtik, saatime bakınca artık istasyona varmamız gerekir derken yol kıvırarak daha da uzaklaştırıyordu sanki. Aslında her kasabaya inmeden böyle yılan yolar vardı ki, seni sağa sola götürüp, taşları ve köklü patikalara sokup ve sürükleyip: “Artık, yeter” dedikten sonra ödül olarak kasabaya indiriyor.

img_4390

Nihayet Eaux Rousses İstasyonu’ ndayız (81.4 km). İstasyonda çorba içip devam. Önümüzde daha o kadar uzun yol var ki, 100 km bile tamamlamadık, bu bitkinlik ve yorgunlukla nasıl başedeceğimizi düşünürken upuzun tırmanışa geçtik. Hava bir bozuyor bir açıyor, saatin kaç olduğunu bilmiyorum zaman kavramı tamamen kayboldu. Sadece ağır adımlarımı atarak yarışın en yüksek noktaya odaklandım. Bütün zorluklara rağmen bu yarışı bırakmam aklımın köşesinde bile geçmedi, hareket etmek halinde olduğumda yavaş olsa da devam edeceğim, o an yalnız şunu biliyordum; 3299 m çıkmam gerektiğini!

img_4393-jpg
Col Loson’ a giderken

Ve nihayet Col Loson’ a ulaştık!

img_4394

Yağmurdan dolayı zemin baya yaşlı, fazla acele etmeden iniyoruz, yol genişleyince iyice hızlandık ve keyfim yerine geldi. Yılan gibi kıvrılan yolda aşağıya inerken: “Bu yarışı kesinlikle bitireceğim” diye bir güven geldi bana. Rif. Sella Dağ Evi’ ne (2585 m) ulaştıktan sonra saatimi şarj ediyorum, aynı zamanda gönüllünün telefonunun üzerine mataradan su dökmeyi beceriyorum (bir şey olmadı ama). Artık bir sonraki ana istasyona kadar sadece birkaç kilometrelik yok kaldı, baştan baya koşulacak yol birden kök ve taş dolu patikaya dönüştü, istasyona ulaşmak için epey vaktimiz oluyor. Bir kez daha kendimize ispatlıyoruz: “Hiç bir mesafeyi ne kadar kısa olsa da hafife almamak lazım!” Nihayet 20:55′ te Cogne’ ye (106.2 km) ulaşıyoruz. Burada da bir saat uyumaya karar veriyoruz, bileğim hala sızlıyordu, burada kinezyo bantlarımı değiştirmeye karar veriyorum. Terapistlerde sıra yaklaşık 1.5 sürecek, bu vakti yemek yiyerek ve biraz uyuyarak değerlendirmeye karar veriyoruz. Her yerim toz toprak olduğu için duş yapmayı denedim, benim için yarış boyunca ilk ve son deneyimdi. Gereksiz vakit kaybı olduğuna karar verdim. Uyumayı denedim ama beceremedim, en büyük korkum terapistlerdeki sıramı kaçırmak. Artık uyku hayalimi bırakarak sıramın geldiğini öğreniyorum, Alper’ i uyandırıp masaja gidiyoruz. Birkaç dk. masaj harika geldi ayak bileğim de iyice sabitlendi. Vücudum iyi ama zihnim çok yorgun, uykunun önemini en çok bu yarışta anladım. Bu şekilde nasıl devam edeceğim diye kara kara düşünmeye başladım. Birden Rif. Sella’ ya gelmeden önce o andaki  kararlılığım aklıma geldi ve olumsuz düşüncelerimi kafamdan atıyorum. Müthiş yulafımı yiyip Alperle birer kahve çakıyoruz: “Hadi çıkıyoruz, bu işi beraber bitireceğiz” diyorum. Önümüzde 200 km’ den fazla yol var ama içimde yine o müthiş enerjiyi hissediyorum. Aslında acayip bir şey insanın zihni. Bazen yorgunluktan umutsuzluğa kapılıp devam etmek için içimde bir damla gücü bulamazken birden kafamda bir şey değişiyor heyecanlanıp kendimi enerji dolu hissediyorum. Yarış boyunca bu deniz gibi dalgalı hal beni bırakmadı, bir aşağıda bir yukarıdasın. Hareket zamanı geldi ve saat 00:33′ te karanlığa ve bol sürprizli maceraya düşünmeden atladık!

Bir sonraki bölümde “Zihnin oyunları”:

Bol tırmanışlı ve uykusuz geceden sonra güneşin ilk ışıklarıyla içinde inişe başladık. Oyace’ ye ulaştıktan sonra yaklaşık 60 km’ lik mesafe kalacak. Oyace’ ye ulaşmak için upuzun bir iniş var…”Burası neresi acaba? Kaçkar Dağları’ na benziyor ama neden İtalyanca yazıları var. Bu inekler ne kadar iri, neden işaretleri yiyorlar? Bu işaretler neyin işaretleri ki ben burada ne arıyorum? Bu bir yarış olamaz, bu bir oyundur, çünkü bir yarış o kadar zor rotadan geçemez, geçmemeli, bu oyundan çıkmam lazım, oyundan çıkmak için hemen uyanmam lazım, ben şimdi uyuyorsam neden o kadar yorgunum o zaman, demek ki uyuyamıyorum…” Bir ömre bedel olan saatler sonrasında Oyace’ ye ulaşınca:”Ben neredeyim, neden buradayım, herkes neden İtalyanca konuşuyor?” Kafamı kaldırdıktan sonra TdG posteri gördüm: “Bu bir rüya değil, ben gerçekten yarıştayım ve bu yarışa aylarca hazırlandım.” Deli gibi her tarafa bakınca kapıda: “Just 60 km left to Courmayeur”(Courmayeur’ a sadece 60 km kaldı) yazısını görüyorum ve bulmacanın parçaları bir resme dönüşüyor, panikle saate bakıyorum: “15 dk içinde buradan ayrılmazsak cutt off’ lara takılacağız.” Üzerime sanki bir kova buz devrildi ve gözlerimden kocaman gözyaşları akmaya başladı: “O kadar çaba ve mücadele burada bitecek mı? Hayır buna asla izin vermem, veremem!” Hala ne olduğunu tam algılama kapasitesinde olmayan ben, yüzüme endişeyle bakan Alper’ e: “Ben iyiyim, gerçekten iyiyim, ben bir şey yiyeyim hemen çıkacağız!” Delirmiş gibi aynı cümleyi defalarca söyleyip her şeyin gerçekten iyi olduğuna hem kendimi hem de Alper’ i inandırmak istediğim gibi. Bir yatağın üzerinde kocaman siyah kedi yatıyor: “Her şey yolunda olacak” diyorum, fark ediyorum ki gözyaşlarım hala akıyor. Acil lavaboya koşup yüzümü buz gibi suyla yıkıyorum. “Kendine gel, toparlan ve bu işi bitir!” “Courmayeur’ a sadece 60 km kaldı!”

img_4507

Uludağ Küçük Zirvesi’ nde başlayan İznik’ te biten ultra maraton

FullSizeRender (4)
Aldığım en güzel plaketler (5 senelik koleksiyonum). Her biri eserin parçasıdır, her biri benim için unutulmaz tecrübe!

Dikkat: Bütün hareketler deli bir koşucu tarafından yapılmıştır, aynısını denemeyin! 😉

Geçen gün aklıma ne geldi: “Acaba raporlarımı genelde neden Türkçe dilinde yazıyorum?”

Cevabı: “Anadilimde yazsaydım annem de okurdu!” İyi ki annem Türkçe bilmiyor. 🙂 Okumaya devam et “Uludağ Küçük Zirvesi’ nde başlayan İznik’ te biten ultra maraton”

Dağları sevdiren yarış

 

Aklım şiddetle mantık sesiyle kulağıma fısıldayınca kalbim ise “Hiç bir şey düşünmeden hayallerinin peşinde koş” der.

UTMB

Dün (13.01.2016) UTMB yarışları için kura çekildi ve katılım hakkı kazanan sporcular, Ağustos sonunda gerçekleşecek olan yarışlara hazırlanmaya başladılar. Bu sefer onların arasında olamayacağım ve ne yalan söyleyeyim katılımcıların arasında ismimi göremeyince azıcık üzüldüm ama sonradan pozitif düşünme alışkanlığı daha ağır bastı, demek ki Evren’ in bildiği bir şey varmış, demek ki bu sene başka patikaların topraklarına basmam gerekirmiş. Şansıma 2013 yılında o benzersiz tecrübeyi yaşayabildim ve Alp Dağları’ nın havasını doya doya soluyabildim,  o muhteşem koşu festivalinin atmosferini doya doya yaşayabildim. Ne şanslıymışım be :)! Şimdi de maceramı kısaca anlatmak isterim, size anlatırken yaşadıklarımı kafamda canlandırıp tekrar koşmuş olacağım. Ben de evden çıkmadan tekrar o devasa dağların patikalarından geçmiş ve o zümrüt yollara basmış olacağım, o “Milka” ineklerle selamlaşmış ve boyunlarındaki çanların rüzgarla çıkardığı müziği dinlemiş olacağım, o yollardaki yorgunluğu ve bitiş noktasındaki “Bir daha asla” ama birkaç saat sonra “Buraya kesinlikle döneceğim” ve unutulmaz sevinci yaşıyor olacağım.  Okumaya devam et “Dağları sevdiren yarış”

SALOMON ULTRA PIRINEU 2015, kendine doğru yolculuk

08.03.2015 Canaria Adaları / Gran Canaria Adası / Saat: 07.30

Sabah erkenden kuş sesleriyle uyandığımda kim olduğumu, nerede olduğumu, “Burada ne işim var?” diye hatırlamaya çalıştım. Evet, dün hayatımda ilk kez 82 km’ de yarışı bıraktım (detaylar burada: HAYAT GÖKKUŞAĞI) ve şimdi içimde müthiş bir sızı var ve ondan hemen, hemen, hemen, çok acilen kurtulmam lazım :)! Daha gözlerimi açmadan.
Okumaya devam et “SALOMON ULTRA PIRINEU 2015, kendine doğru yolculuk”